Posts Tagged ‘İsmet Arzuman’
HALUK ULUSOY DOSYASI – 11
29 Ocak 2004 tarihinde, futbol sahalarında olayların artması üzerine, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin bir açıklama yapar.
Şahin, futbolda herkesin sorumluluğunu bilmesi gerektiğini kaydederek, “Futbolda ikinci yarı sancılı başladı. Bunların asgariye indirilmesi gerekli. Hakem hatalarının olduğunu söylemek istemiyorum. Ancak herkes sorumluluğunu bilmeli ve tansiyon düşürülmeli. Bu böyle giderse hükümet olarak seyirci kalamayız ve gerekeni yaparız. Ligin, 2. hafta maçlarından itibaren normale geleceğine inanıyorum” diye konuşur.
Futbol Federasyonu’nun Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Yasa’da değişiklik yapılabilmesi için çalışmaların başladığını ifade eden Şahin şunları ekler:
“Tüm federasyonların özerkliğiyle ilgili kanun tasarısını imzaya açtık. Biz sadece Futbol Federasyonu ile ilgilenmiyoruz. Spor yönetiminde de demokrasi kurallarının iyi işlemesini arzu ediyoruz. Her federasyonun genel kurulunda delege sayısının artırılmasını istiyoruz. Futbolda 109 delege var. Bunun binlere yaklaşması lazım.
Türk futboluna emeği geçen birçok futbolcu var. Bir tek Turgay Şeren’in temsil ettiğini biliyorum. Bu çalışma federasyon ve yönetimine karşı bir tavır değil. Amaç futbolu zenginleştirmek. MerkezHakem Kurulu’nun 9 üyesinin başkan tarafından değil de ya yönetim ya da genel kurul tarafından belirlenmesi gerektiğini düşünüyorum. FutbolFederasyonu’nun kuruluş ve görevlerini içeren yasada da değişiklik yapılması planlanıyor. Zaten bununla ilgili olarak Futbol Federasyonu’ndan da talep var.
Genel kurulda amatör spor kulüpleri yalnızca 3 delegeyle temsil ediliyor. Aslında amatörler futbolun beşiğidir ve 6 bin kulübe 3 delegenin bulunması azdır”.
TFF Yönetim Kurulu Üyesi Bayram Yağcı, Beşiktaş Samsunspor maçını ve sonrasında yaşananları bahane ederek istifa eder. Yağcı:
“Yaklaşık 1.5 aydan bu yana medya ve kamuoyu Birinci Süper FutbolLigi’nde birinci ile ikinci takım arasında puan farkı açılırsa ligin tadının kaçacağı ve reytinglerin düşeceği gibi yorumlar yapıyor. Bunlar söylenti şeklinde dolaşırken, birinci takımın ikinci devredeki ilk maçında böyle bir gece yaşanıyorsa, şampiyonluklara futbol dışı unsurlar karar verecekse, bununla mücadele edeceğimi ve böyle çark oluşursa savaşarak bu çarka çomak sokacağımı söyledim. Böyle senaryoları söyleyen ve iddia eden ben değilim. Bu olaylar karşısında benden hiç kimse 3 maymunu oynamamı beklemesin. Ben 15 milyonluk Beşiktaş camiasına sorumluluk taşıyan bir insanım. Böyle olaylar yaşanırken ben bir koltuğa esir olamam.
Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy geçtiğimiz günlerde bir televizyon programında benim için bazı sözler sarfetti, sayın başkan benim 3.5 yıl boyunca Beşiktaş taraftarı gibi çalıştığımı dile getirdi. Ben federasyon kapısından girerken formamı arabada bırakarak girdim. Bunun ispatı da Beşiktaş ile ilgili alınan bazı kararlara katılmamama karşın muhalefet şerhi koymadığım gerçeğidir. Formamı çıkardım, ancak kalbimdeki renkleri silmedim. Yönetimdeki diğer arkadaşlarımın silmediği gibi”.
TFF yönetimindeki bir ismin kendi ifadeleri dahi çelişkili ve TFF Yönetim Kurulu hakkında ipuçları veriyordur. Yağcı “Ben 15 milyonluk Beşiktaş camiasına sorumluluk taşıyan bir insanım” dedikten birkaç dakika sonra “ben federasyon kapısından girerken formamı arabada bırakarak girdim” diyebiliyor ve bunda hiçbir gariplik görmüyordur.
“Formamı çıkardım, ancak kalbimdeki renkleri silmedim. Yönetimdeki diğer arkadaşlarımın silmediği gibi” sözleri de TFF’nin işleyişini açıkça ortaya koymaktadır.
Futbol Federasyonu Başkanvekili Ata Aksu, 12 Şubat 2004’de Dünya Futbolu ve Türkiye konulu panelde UEFA kriterlerine uyan 6 kulübümüz bulunduğunu söyler:
“Beşiktaş, Fenerbahçe, G.Birliği, G.Antep, A.Gücü ve ismini hatırlayamadığım bir kulüp şu anda kriterlere uyuyor. G.Saray ve Trabzon henüz uymuyor.”
Soruyorum o halde: Eeee?
Daha önce defalarca 2004’de görevi bırakacağını açıklayan Ulusoy 19 Şubat 2004’de “sürmesi gereken yapısal reformları gerçekleştirecek bir misyonu olduğu için başkanlığa devam kararı aldığını” söyler.
Meali “Fenerbahçe’nin önünü yeterince kesemedim hala. G.Saray’a birkaç şampiyonluk daha kazandırmam lazım. Arada bir de Trabzon’u şampiyon yapabilirsem tadından yenmez”…
Ulusoy yazılı açıklamasında, “Tavanda bir dünya şampiyonluğu, tabanda devam edilmesi gereken bir dolu yapısal reformu gerçekleştirecek bir misyonum olduğu kanaatine vardığım için başkanlığa devam etme kararımı futbol kamuoyu ile paylaşıyorum” der.
Geride kalan 7 yılllık görev süresinde birçok başarı elde ettiklerini ve sorumluğunu düşünerek bir karar aşamasına geldiğini belirten Başkan Ulusoy, “ısrarcı baskılar karşısında vermem gereken karar, misyonumu tamamlayıp, tamamlamadığımla ilgiliydi. Yaptığım iç muhasebemde, futbolumuzun ürettiği kaynakları ve büyük potansiyelini, akılcı ve rasyonel kalıplara aktardığımız zaman yarattığımız başarıları sürekli kılacak, tavanda bir dünya şampiyonluğu, tabanda devam edilmesi gereken bir dolu yapısal reformu gerçekleştirecek bir misyonum olduğu kanaatine vardığım için başkanlığa devam etme kararımı futbol kamuoyu ile paylaşıyorum. Söylemek ve yapmak farklı şeylerdir. Ben söylediklerini, hatta daha fazlasını yapan bir kişinin huzuru içindeyim” der.
Ulusoy’un devam kararı üzerine Erman Toroğlu 20 Şubat’ta şunları yazar:
20 Şubat 2004 – Ya Terim ya Denizli (Erman Toroğlu)
Ben, Haluk Ulusoy’un bir yanda Mustafa Denizli’yi, diğer yanda da Fatih Terim’i gördüğünü ve düşündüğünü biliyorum. Bakın, tahmin ediyorum demiyorum, biliyorum. Bu lafıma dikkat edin. Ama Şenol Güneş’in de AKP’nin ağır toplarıyla çalıştığını da biliyorum.
Haluk Ulusoy büyük bir terslik olmazsa yine Futbol Federasyonu Başkanı seçilecek. Ulusoy’un iki elinde iki bomba var. Birisinin üzerinde, “MHK” yazıyor, diğerinin üzerinde ise, “Milli Takım Teknik Direktörü.”
Ulusoy eğer seçilir ve bu ikisinde hata yapmaya devam ederse, patlayacak bombalardan kesin olarak hasar görür, hatta yok olur. MHK ile ilgili sorunlarda MHK (Merkez Hakem Komitesi) kadar kendisinin de rolü var. MHK’nin işine ne kadar karışıyor, ne kadar hakem tayini yaptırıyor, FIFA listesine ve klasmanlara ne oranda tesir ediyor?
Bu olay, kulüpleri çok yakından ilgilendiriyor. Zaman zaman direkt olarak maçları ilgilendiyor. Üç büyükler mağlup olunca da kamuoyunu ilgilendiriyor.
Milli takım olayı ise çok daha başka. Yoldaki herkes, üç büyük takımı ya da diğer takımları tutan tutmayan herkes, bu konuda burnundan soluyor. Ulusoy’un fazla bir şey yapmasına gerek yok. Tedbil-i kıyafet giyinsin, halkın arasına girsin, önüne gelen bin kişiye, “Şenol Güneş için ne düşünüyorsun?” diye sorsun. Alacağı cevap yüzde 90’dan fazla menfi olacaktır.
Spor kamuoyunu şu anda iki teknik adam göstere göstere aldatıyor. Biri Şenol Güneş, diğeri Fatih Terim. İkisi de “La Fontaine’den Masallar” anlatıyorlar. ‘Gençleştirme’ yapıyorlarmış. Sonra da hafif sağa dönerek bunu, “değişim”e çeviriyorlar. Yani laf ebeliği yapıyorlar.
Ne kulüp takımlarında, ne de milli takımlarda ‘gençleştirme’ diye bir olay yoktur. Bu bizim gibi geri kalmış ülkelerde vardır. Neyin gençleştirmesi? G.Saray, UEFA Kupası’nı alırken, Hagi, Taffarel, Popescu kaç yaşındaydı? Biz Dünya Kupası’nda üçüncü olurken yaş ortalamamız neydi?
Ama Şenol Güneş, dünya üçüncüsü olan takımın üzerinde oynamadı, o takımı kademe kademe değiştiremedi, değiştirmeye gücü yetmedi. Çünkü futbolcusu Şenol Güneş’in üzerindeydi, altında değil. Sonunda Avrupa Şampiyonası elemelerinde rezilleri oynadık.
Şimdi de kardeşimiz diyor ki, “Ben takımı gençleştiriyorum.” O zaman Milli Takım Teknik Direktörlüğü’ne de 25 yaşında bir teknik adamı getirelim. Şenol Güneş de yaşlandı. Onun mantığına göre, benim bu mantığım doğru. Ama aslında ikisi de yanlış. Çünkü futbolun kitabında böyle bir şey yok.
Hani namaz kılarsın, namazın sonuna doğru hafifçe sağına bakarsın, “Es selamun aleyküm” dersin, sonra soluna döner yine, “Es selamun aleyküm” dersin. Haluk Ulusoy da tıpkı böyle. Ben, Ulusoy’un iki tarafına bakarken, bir yanda Mustafa Denizli’yi, diğer yanda da Fatih Terim’i gördüğünü ve düşündüğünü biliyorum.
Bakın, tahmin ediyorum demiyorum. Bu lafıma dikkat edin. “Biliyorum” diyorum. Bence Ulusoy, Milli Takım Teknik Direktörlüğü için düşündüğü operasyonu yapacak. Yapması da gerekir. Ama şu anda “merhaba” dediğinde karşısında Şenol Güneş var. Güneş’in de Ulusoy’a karşı AKP’nin ağır toplarını devreye sokmaya çalıştığını da biliyorum.
Kısacası yukarıdaki iki önemli konuda da sorunu çözecek insan Ulusoy. Sonra olacak tersliklerde okkanın altına girecek insan kendisi. Eğer gereğini yapmazsa başı çok ağrıyacak çookk…
14 Mart 2004’da Christoph Daum, Gençlerbirliği’nin Adanaspor ile oynayacağı maçın ertelenmesini anlayamadığını belirten bir açıklama yapar:
“Kimseyle polemiğe girmek istemiyorum ama, anlayamadığım şeyler var. Gençlerbirliği’ne UEFA Kupası’nda yardımcı olmak üzere ertelendiyse bana göre kupa maçından sonraki karşılaşması ertelenmeliydi. Çünkü rakibimiz bizimle kupa maçı yapacak. Sonra bir lig maçı oynayıp, Valencia’nın karşısına çıkacak. Bu nedenle yapılana anlam veremiyorum.”
Bu erteleme gerçekten de Türkiye’deki ligler tarihinin en ilginç maç ertelemesidir. Fikstüre göre Gençlerbirliği önce Fenerbahçe ile kupada karşılaşacak, sonra lig maçı oynayacak ve ardından UEFA Kupası maçı için Valencia ile oynayacaktır. Gençlerbirliği’nin öyle bir talebi olmamasına rağmen, Valencia maçına daha yakın bir tarih olan lig karşılaşması değil, Fenerbahçe ile oynayacağı karşılaşma ertelenmiştir. Bugün dahi bunun nedeni anlaşılabilmiş değil…
18 Mayıs 2003’de “Şenol Güneş, 2004 yılına kadar her ne olursa olsun Milli Takım’ın başındadır”, 2 Temmuz 2003’de “Şenol Güneş başarılı bir teknik direktördür ve görevinde kalması gerekir” diyen Ulusoy, nasıl ki “2004’te bırakıyorum” lafını yediyse
22 Mart 2004 tarihinde yaptığı açıklama ile Şenol Güneş’in sözleşmesini de tek taraflı olarak fesheder.
Önce Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu, Levent’teki binasında saat 14.00’te toplanır. Yaklaşık 2 saat sonra toplantıdan ayrılan Futbol Federasyonu Başkan Vekili Ata Aksu, daha sonra Şenol Güneş ile birlikte geri döner. Yönetim kurulunun kararı Şenol Güneş’e, Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy tarafından bildirilir. Ulusoy ve Güneş, daha sonra birlikte basın toplantısı düzenlerler.
Haluk Ulusoy, Şenol Güneş ile yollarına devam etmemeyi yönetim kurulunda görüştüklerini ve karara bağladıklarını belirterek, “Güneş’in sözleşmesi 13 Temmuz’da sona eriyordu. Biz kararımızı bir an önce vermek istedik. Ya devam edecek, ya da ayrılacaktık. Eğer devam etmeyi düşünmüyorsak, yeni gelecek hocaya zaman tanımamız gerekiyordu. Bugünden ayrılmanın daha doğru olduğunu düşündük ve sözleşmesini tek taraflı olarak feshetme kararı aldık. Türk futboluna hayırlı uğurlu olsun” der.
Haluk Ulusoy, Güneş’in sözleşmesiyle ilgili bundan sonra hukuki vecibeler neyse yerine getirileceğini söyler.
Bir gazetecinin, “Tazminat konusu ne oldu” şeklindeki sorusu üzerine Ulusoy, “Güneş’in sözleşmesinde 500 bin dolar tazminat olduğu doğrudur. Bundan sonra hukukçularla görüşeceğiz” der.
Milli Takımlar Teknik Direktörü Şenol Güneş, kendisine görev veren ve görevden alan Futbol Federasyonu’na teşekkür ederek, “Kendimi başarılı bulduğum için devam etmek istiyordum, ama karara saygılıyım” der.
Toplantının ardından Ulusoy ve Güneş el sıkışarak vedalaşırken, Güneş’i, başkan vekili Ata Aksu uğurlar. İkili kapıda bir süre arabanın gelmesini beklerken, Güneş, Aksu’ya, “Araba nerede. Kovarken acele ediyorsunuz, gönderirken etmiyorsunuz” der.
1 Nisan 2004’de Aziz Yıldırım, Beşiktaş’ın, Avrupa Birliği ülkelerinin vatandaşı olan futbolcuların yabancı statüsünden çıkarılması istemiyle Futbol Federasyonu’na yaptığı başvuruyu desteklediklerini söyler. Yıldırım, “Avrupa’daki düzenin Türkiye’de de aynen uygulanması gerektiğini düşünüyoruz. Bizim de müracaatımız olacak” der.
Elbette ki sayın başkan bunu söylerken Ulusoy TFF’sinin Avrupa’daki düzenle alakası olmadığını gözden kaçırıyordur. Zira TFF talebi reddedecektir.
6 Nisan 2004 tarihinde Aziz Yıldırım bir gün önce oynanan G.Saray-Beşiktaş derbisinde yaşananlarla ilgili olarak bir basın toplantısı düzenler. Yıldırım, o güne kadar maçlarda yapılan hataları hep hakem hatası olarak değerlendirdiklerini belirterek, “Ancak eğer bu yapılan hatalarda kasıt varsa, olaylar tehlikeli boyutlara geçmiştir” diye konuşur.
Hep adalet istediklerini belirten Yıldırım şöyle devam eder:
“Sadece kendimiz için değil herkes için adalet istedik. Bu düşüncemizi de her platformda dile getirdik. Toplumsal barışı, spor barışını sağlamak için bize düşen görevi her zaman yerine getirdik.
Hakem Ali Aydın’ın geçmişte bizim maçlarda ve daha önce yapılan hataları, hep hakem hatası olarak değerlendirdik. Ancak derbi karşılaşmasında, Ali Aydın, hiç olmayacak pozisyonlarda penaltı çalmış ve daha da önemlisi maç boyunca devam eden küfür için herhangi bir şey yapmamıştır. Ali Aydın bu hataları neden yaptığını açıklamalı. Eğer bu hataları kendisine yaptıranlar varsa bunları açıklasın. Aksi halde Türk futbolu ve olaylar kötüye gidiyor.
Bu derbi maçıyla birlikte yeni bir noktaya gelinmiştir. Açıklama yapası gereken sorumluların hiçbirisi konuşmamıştır ve beni rahatsız eden budur. Burada hadise Beşiktaş’ın Galatasaray’ı yenmesi değil; yener yenilir, bu gayet doğal. Asıl rahatsız edici olan ise işin içinde oyunlar varmış gibi gelmesi.
Burada yapılacak sey şudur: Sorumluluk federasyondadır. Futbol Federasyonu Başkanı ortaya çıkıp kalan 6 haftanın güvencesini bize vermesi gerekir. Biz kalan 6 maçın nasıl geçeceğini bilmiyor ve endişe duyuyoruz. Elazığ maçındaki ve bu maçtaki hakem hataları, bizi bundan sonra yapılacak maçlara da dışarıdan etki edileceği yolunda ciddi olarak düşündürüyor.
Beşiktaş Menajeri ve yöneticisi, bizi İnönü Stadı’nda yeneceklerini, o maça kadar da Fenerbahçe’nin 1 maç kaybedeceğini söylüyor. Tüm bunlar bizi şüpheye itiyor. Federasyon başkanının çıkıp garanti vermesi gerekiyor. Geçen hafta dışarı çıkan bir toptan gol yedik. Adana’da haksızlık yapıldı, ama sesimizi çıkarmadık. Ancak bu son olay bazı şeyleri uyarmamız gerektiğini ortaya çıkardı. Başta federasyon olmak üzere, devletin de bu konuya el atmasını bekliyoruz. Beşiktaş ile yaptığımız maçta rakibimiz hakem Serdar Tatlı ile ilgili olarak şaibe imasında bulundu. Bizim Bursaspor ile yaptığımız maç öncesinde teşvik primi söylentisi oldu. Haklarımızı hiçbir zaman yedirmeyiz ve hakkımızı savunacağız.”
6 Nisan 2004’de Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in isteği üzerine Başbakanlık Teftiş Kurulu soruşturma açar. İki Başbakanlık müfettişi, Türkmen’in “Alaattin Çakıcı vasıtasıyla tehdit edildim” iddialarını inceleyecektir.
Futbol Federasyonu eski asbaşkanı ve Fenerbahçe eski yöneticisi Hadi Türkmen’in, “Futbolun içinde mafya var, hakemler para yiyor, Milli Takım için Macaristan’a 750 bin dolar teşvik primi gönderildi” iddiaları hükümeti harekete geçirir. Spordan Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in isteği üzerine Başbakanlık Teftiş Kurulu, Türkmen’in iddialarıyla ilgili olarak Futbol Federasyonu’na yönelik soruşturma başlatır.
Soruşturmaya Neden Olan İddialar:
Mafya Sporun İçinde
“Sporda bugün de, dün de mafyanın parmağı vardı. Çünkü futbol bir hobi değil, büyük çıkarlar var. Yayın gelirleri, futbolcu giderlerinin kontrolü, tribün temsilcilerinin kontrolü ve onlarla ilişkiler için mafya bu işin içinde. Bunlar futboldan istifade etmek isteyen örgütlerdir. Bunun adına ister mafya, ister başka bir şey diyebilirsiniz. Bu grupların yöntemleri; yıldırma, ürkütme, tehdit etme, belki de öldürmek.”Çakıcı Tehdit Etti
“Alaattin Çakıcı vasıtasıyla bu tehditleri aldım. Çakıcı’yı suçlamıyorum. Birilerini rahatsız ettik ki bize bunları yaptılar. İstifa etmek zorunda bırakıldım. Belki de yapmasam Ahmet Çakar’ın yaşadıklarını 6 sene önce ben yaşayacaktım. Benden önce de istifa edenler oldu. Belki onların sebebi farklı ama benimkinde hayati önem taşıyan gelişmeler vardı. Ailem tehdit altındaydı.”Kefaret İçin 100 Kurban
“DGM dosyasında, Yılmaz Ulusoy’un, ‘Çakıcı, yeğenim Haluk Ulusoy’u tehdit etti ve araya girenlerin hatırına, biraz daha görevde kalması adına süre verdi. Bunun için kefalet olarak Eyüp Sultan’da 100 kurban kestiğini duydum’ ifadesi yer almaktadır.”Jeepleri Kim Aldı?
“Ata Aksu, futbolculara alınan Jeep’lerin parasını, Ulusoy Ailesi’nden birinin ödediğini söyledi. Sonra bu ismin Ümit Milli Takım Menajeri Burhan Satır olduğu ifade edildi. Oysa memuriyetten gelen Satır’ın bunu karşılayacak durumu yoktu.”Macarlara Teşvik Primi
“1999’da Macaristan Portekiz’i yenseydi biz 2000 Avrupa Şampiyonası’na katılacaktık. Teknik Direktör Mezsöly aracılığıyla 750 bin dolar gönderildi. Bunu üst düzey bir yöneticiden dinledim. Sonuçta Portekiz Macaristan’ı yendiği için para geriye ödenmemiş, paranın güvenliği için de Dışişleri Bakanlığı Büyükelçiliği’ne para dönüyor.”Doğan Hakem İstedi
“Gaziantepspor Başkanı, kendi takımının mağdur olduğunu ve müsabakalarına iyi bir hakemin verilmesini istedi; MHK Başkanı’ndan Ayhan Yücebilgiç’i talep etti. Bu hakemin daha sonra bir Gaziantepspor maçında görev aldığını biliyorum. “
7 Nisan 2004’de Yalçın Doğan mafya iddiaları üzerine “Futbolda Milyar Dolarlar” başlıklı bir yazı yazar:
Pasta hiç de küçük değil!.. Pastanın büyük olduğu yerde ne var?.. Mafya var!.. O nedenle, her maç böyle gürültülü, böyle kavgalı. O nedenle, maçlar saha yerine masada oynanıyor!..
Yaklaşık 1 milyar dolarlık rantın bölüşüm kavgası almış başını gidiyor. Maçlar, bu bölüşümün aracı. Zavallı seyirci de, heyecanlı figüranı. Tıpkı futbolcu gibi!..
Masada her şey mümkün. Hakem belirlenmesi, maçın kaderi, şampiyonluklar, bedava geziler, teşvik pirimi adı altında alavere dalavere, rakip futbolculara avantalar, bilet ihaleleri, reklam ihaleleri, 32 kısım tekmili birden, ne ararsan var!..
Eh, bunlar için bilek gücü, yani mafya gerek!..
Futbol piyasasında dönen paranın çeşitli kaynakları var. TV’lerden elde edilen yayın hakkı, milli takım maçları için sponsorluklar, stadyumlarda reklamlar, kulüplere giden reklamlar, forma reklamları, milli maçların yayın hakları, gişe gelirleri, kulüplerin her türlü faaliyeti. Bunlardan oluşan havuz, 1 milyar doları aşıyor. Kavganın göbeğinde bu paranın paylaşımı var.
Tribündeki ya da TV’yi izleyen seyirci ‘benim takım yendi, senin takım yendi’ diye birbirine girerken, adamlar masada ellerini oğuşturuyor.
Ama, öte yanda, milyar dolarlık pastanın paylaşımı için, birileri her zaman devrede. Onlar için devre arası yok. Onlar hep antrenmanlı. Fizik kondüsyon her zaman mükemmel!..
Siyaset-ticaret-mafya olur da, siyaset-futbol-mafya olmaz mı?.. Bal gibi oluyor, örümcek ağı gibi!..
En tepede federasyon var. Yıllık bütçesi 75 trilyon lira. Ona bağlı Merkez Hakem Kurulu var.
Federasyon genel kurulda seçiliyor. Kulüp temsilcilerinden oluşan bir genel kurul. Ama, orada kulüpler tercihlerini belirlerken, ne kadar özgür?.. Siyaset yok mu orada?.. Ya da seçimde etkili başka güçler?.. Bu ana şemsiye baştan sona araştırılmalı!..
Ama, sadece federasyon değil, kulüpler de araştırılmalı!.. Kulüplerde de hatalar ve mide bulandıran ilişkiler var. Yönetim eksik, transfer hatalı, ilişkiler hasta. Örneğin, kulüplerde mafya ile ilişkileri yürütenler var mı?.. Sadece süper ligde değil, diğer kategorilerdeki kulüplerde işler nasıl yürüyor?.. Adam kulüp yöneticisi mi, mafya babası mı, belli değil!.. Ya bunların siyasetle ilişkileri?..
Bu saatten sonra, bu ilişkileri gün ışığına çıkarmak, siyasal iktidarın görevi. Çünkü, olay artık sporu çoktan aşıyor.
Benim hakem hataları masallarına karnım tok!.. Ben temiz futbolu özlüyorum. Milyonlarca seyirci gibi!..
Futbol Federasyonu Başkanı, 7 Nisan’da ligin kalan 6 haftası için kulüplere garanti verir. Hakem Ali Aydın’a sahip çıkan Haluk Ulusoy, kişisel hatalarda art niyet aranmasının doğru olmadığını söyler.
Göreve geldiği günden bu yana hem yönetiminin hem de kurumlarının kesinlikle art niyetli olmadığını söyleyen Ulusoy, kişisel hatalarda art niyet aranmasının doğru olmadığını savunur.
Ulusoy, G.Saray Başkanı Özhan Canaydın’ın ‘Ali Aydın’ı bir daha maçlarımıza istemiyoruz’ sözlerine de cevap vererek, “Başkanımız kızgınlık anında böyle konuşmuştur. Biz Ali Ali Aydın’ı formuna kavuştuktan sonra G.Saray maçlarına vereceğiz. Cem Papila da Beşiktaş maçlarında görev yapacaktır. Federasyon olarak, kulüplerin bu tip isteklerine izin vermeyiz” diye konuşur.
Her söylediğinin tersini yapmayı artık alışkanlık haline getiren Ulusoy, “yedirmem” dediği Ali Aydın’a birkaç gün içerisinde görevi bıraktırır.
Sen sağ ben selamet…
16 Nisan 2004’da, Ulusoy, yönetim kurulu toplantısı nedeniyle bulunduğu Ankara’da Merkez Hakem Komitesi Başkanı Bülent Yavuz’un ısrarlarına rağmen söylentilere yol açmamak için Acil Hakem Semineri’ne katılmaz, ama hakemlere iletilmesi amacıyla bir mesaj yollar:
“Türk hakemleri Avrupalı meslektaşlarından çok çok üstünler. Hepsiyle gurur duyuyorum. Avrupa’nın en temiz ligi oynanıyor. Türk futbolunun gelişmesinde en önemli rolü üstleniyorlar. Hata yapılıyor ama kasıtlı olmadığını bütün futbol camiası bilmeli”.
Ulusoy, asbaşkanlar Orhan Saka, Levent Kızıl, Murat Aksu, Aydın Torunoğlu ve Hüsnü Hayali’nin de bulunduğu yemekte hakem toplantısı öncesi konuştuğu Bülent Yavuz’a şunları söyler:
“Türk hakemleri gurur duyulacak nitelikte başarılı. Onların morale ihtiyacı var. Bakın Avrupa liglerine, şampiyonlar ve düşecekler haftalar öncesi belli. Ama Türkiye’deki takımların durumu son haftaya kadar netleşmedi. Nefes nefese mücadele var. Türkiye Ligi’nde şaibe söylentileri çıkaranları lanetliyorum. Ayıptır. Ne şaibesi.”
Evet ya, ne şaibesi?
Sayfalardır anlatıyorum işte!
Futbol Federasyonu Başkan Vekili Ata Aksu 16 Nisan 2004’de, federasyon başkanlığı için demokratik bir yarıştan yana olduklarını belirterek, emek hırsızlığının karşısında durduklarını söyler. Yönetim kurulunun Ankara’da yaptığı toplantının ardından bir basın açıklaması yapan Aksu, Haluk Ulusoy’un başkanlığa yeniden aday olduğunu belirterek, “Diplomayla ilgili bazı sorunlar olabileceği konuşuluyor. Devlet böyle bir karar verirse boynumuz kıldan incedir. Ancak entrikaların karşısındayız. Herkes aday olabilir. Milli Takım’ın mağlubiyetleri zamanında ortada görünmeyen insanların herşey toz pembeyken ortaya çıkmaları ve aday olmalarına anlam veremiyoruz” diye konuşur.
Toz pembe…
Acaba Aksu bunları söylerken insanları kandırdığına gerçekten inanıyor mudur?
Aynı tarihte, Beşiktaş tarafından daha önce Giunti’nin AB statüsüne göre ‘bir Türk oyuncu gibi’ oynaması için yapılan başvuru, Futbol Federasyonu tarafından reddedilir. Beşiktaş Kulübü, konuyu Tahkim Kurulu’na götürme kararı alır.
Denizlispor Profesyonel Futbol Şubesi Başkanı Turgut Dalaman maçlarını İzmir’de oynamak istediklerini açıklar. Başvuruyu yaptıklarında tablonun farklı olduğunu belirterek, “Biz başvuruyu yaparken, ’31. haftadaki Gençlerbirliği ve 33. haftadaki Fenerbahçe maçlarını İzmir’de oynamak istiyoruz’ demiştik. Bunun nedeni de Atatürk Stadı zemininin sentetik çimle kaplanması işinin yeni sezona yetişmesiydi. Federasyondan aldığımız yazıda, Gençlerbirliği maçının 25 Nisan Pazar günü Denizli’de oynanacağı bildirildi. Fenerbahçe maçıyla ilgili henüz bilgi yok” der.
21 Nisan 2004’de Çaykur Rizespor Teknik Direktörü Yılmaz Vural, “Şenol Güneş, Milli Takım’dan ayrıldı, değil Futbol Federasyonu’nda, hiçbir kurumda adım gündeme bile gelmedi. Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy’a artık selam bile vermem” der.
Takımının başında istediği hedefe ulaştığını belirtirken Vural, “Türk futbolunun yetiştirdiği en önemli antrenörlerden biriyim. 25 senedir kimse beni onore etmedi. Türkiye’de bir başarı elde edersin, bir üst kademedeki takıma antrenör arandığında adın bile geçmez. 10 yıldır telefon numaramı değiştirmedim. Hiç kimse arayıp da, ‘Sana şöyle bir görev layık gördük, ne düşünürsün’ diye teklif getirmedi. Çok sevindiğim için de hep şovmen oldum”.
22 Nisan 2004’da Başbakanlık Teftiş Kurulu, futbolun gündemine oturan teşvik primi iddiaları için araştırma başlatır ve G.Saray ile Beşiktaş kulübünün konuyla ilgili görüşlerini alır.
Teftiş Kurulu Müfettişi Eyüp Özgüç;
“Medyada yer alan teşvik primi iddiaları konusunda eğer bir belge, bilgi veya baskı varsa bunu araştırıyoruz. Tüm kulüp başkanları ve yöneticileri ile konuşuyoruz. Türk futbolunda ve sporunda böylesi çirkin olayların konuşulması, tüm toplumu rahatsız ediyor. Bu konuda hassas bir çalışma yapıyoruz. Lucescu’nun açıklamaları ve sözlerindeki mağduriyeti anlıyoruz. Amacımız temiz bir lig. Bugüne kadar konuşulanları da tek tek değerlendireceğiz”.
22 Nisan 2004 akşamındaki bir yemekte konuşulanlar Türkiye’nin gündemine oturur.
Gençlerbirliği ve Trabzonspor hem Türkiye Kupası Finali’nde, hem de ligin son haftasında karşılaşacaklardır. Trabzonspor da Fenerbahçe ile şampiyonluk yarışı içindedir. Bu iki takımın yöneticileri 22 Nisan akşamı yemekte buluşurlar.
Ankara Or-An’daki Diplomat Yakamoz adlı balık lokantasındaki yemekte bir araya gelenler Trabzonspor eski başkanı ve AKP Milletvekili Faruk Özak, eski yöneticilerden Bahri Köse, Gençlerbirliği yöneticilerinden Zeki Ünaldı, Muammer Akyüz ve Şahin Tuğrul’dur.
İddiaya göre aralarında iki siyasetçinin de yer aldığı bir yan masadan, Gençlerbirliği ile Trabzonspor yöneticilerinin konuşmaları net bir biçimde duyulur.
Sohbetin sonuna doğru Gençlerbirliği yöneticilerinden biri, Trabzonsporlular’a, “Siz üç maçı bitirin. Biz bu işi 1-0’a bitiririz” der.
Trabzonspor, 5 Mayıs’ta G.Birliği ile Türkiye Kupası finali oynayacaktır. Eğer bordo mavili takım ligde şampiyon ya da ikinci olursa Şampiyonlar Ligi’ne gidecek, bu durumda G.Birliği kupayı kaybetse bile UEFA Kupası’na katılma hakkı kazanacaktır.
Bu konuşmaya şahit olanlardan biri de CHP Mardin Milletvekili Muharrem Doğan’dır. Doğan biri milletvekili, diğeri ise belediye başkanı iki arkadaşıyla restauranta gelmiştir.
Doğan o gece şahit olduklarını anlatır:
- Bugüne kadar o restauranta iki kez yemeğe gitmiştim. Dün (önceki) akşam, iki arkadaşımla birlikte balık yemek için oraya gittik. Bugün Hürriyet Gazetesi’nde ‘Esrarengiz yemek’ başlığıyla okuduğum haberdeki tüm konuşmalara tamamen tesadüf eseri ve istemeyerek kulak misafiri oldum.
- Maçların karşılıklı alınıp, verilmesi, maçlar üzerinde bazı hesapların yapılması ve bu hesaplara bazı politikacıların da katılması son derece şaşırtıcı ve üzüntü vericidir. Ben bu konuşmalara inanmak istemiyorum.
- Ligin kaderini belirleyecek iki takım yöneticilerinin, ligin en kritik maçlarının oynanacağı bir dönemde, bir yemekte buluşması ister istemez akıllara bazı kuşku ve şaibeleri getirmektedir. Daha doğrusu lige şaibe düşürmektedir.
- Türkiye Ligi futbol kurallarının ve spor ahlakının egemen olduğu bir süreçle tamamlanmalıdır. En küçük bir leke ve şaibeden uzak bir biçimde son maçlar oynanmalıdır. Benim de, tüm futbolseverlerin de en temel isteği budur.
- Ben tüm Türk halkının temsilcisi olduğum gibi tüm Türk takımlarının da destekçisiyim. Sakın kimse yanlış anlamasın, ne Trabzon, ne de G.Birliği’ne karşıyım. Trabzonspor ve Genlerbirliği’nin başarılarına gönülden seviniyorum ve destekliyorum.
- Ancak, bu yemeğe katılan iki takım yöneticileri, bu yemeği niçin düzenlediklerini ve bu yemekte nelerin konuşulduğunu kamuoyuna açıklamak zorundadırlar. Bu açıklamayı bekliyorum. Aksi halde bundan sonra oynanacak tüm maçların sonuçları şaibeli olacaktır.
- Bu maçları şaibeli noktaya getirmeye ve Türk futboluna zarar vermeye kimsenin hakkı yoktur. Benim dileğim ve temennim, ligimizde futbol kurallarının ve centilmenliğin egemen olmasıdır.
- Ben, istemeden ve tesadüfen şahit olduğum bu konuşmayı gerekirse, Türk futbolunun geleceği için, centilmen ve dürüst sporcularımız ve kulüplerimiz adına, onların şaibe altında kalmaması için Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne taşımayı bir görev biliyorum.
- Amacım Türk futbolunun kazanmasıdır. Şu takımın ya da bu takımın kazanması değil. Çünkü spor, centilmenlik, barış ve kardeşliktir. Bu bakımdan dün akşam şahit olduğum yemek için sayın Spor Bakanımızı da bilgilendireceğim.
Elbette ki bu iddialardan da bir şey çıkmaz. Zaten devletin resmi izinli teknik takibine rağmen “şike ispatlanamıyorsa” bu konuşmalara şahit olan birileriyle ne yapabilirsiniz ki?
Şaibe söylentilerinin doruğa çıktığı günlerde gündemi Yılmaz Vural sallar.
24 Nisan 2004 tarihinde oynanan Ç.Rizespor – A. Sebatspor maçında takımının isteksiz oyununa kızan Vural 43. dakikada sahayı terk eder. Yöneticilerin çabaları sonucu ikinci yarıya çıkmayı kabul eden Yılmaz Vural, maçtan sonra görevi bırakır.
27 Nisan 2004 tarihinde Türkiye Faal Futbol Hakemleri ve Gözlemcileri Derneği’nin (TFFHGD) Genel Kurulu’nda başkanlığa Metin Tokat ve Mustafa Çulcu aday olurlar. Ancak adaylardan Metin Tokat, TFF ve MHK’nin Mustafa Çulcu’yu desteklediği ve baskılar nedeniyle listesine alacak insan bulamadığını iddia ederek adaylıktan çekilir. Tokat şunları söyler:
“Dün akşamki (önceki akşam) yemekten itibaren tüm hakem arkadaşlarım baskı altına alındı. Tarafsız olması gereken kurumlar ‘Oyunu bu tarafa vereceksin. Biz bu tarafı destekliyoruz’ gibi baskılara başvurdular. Ben, listeme adam bulmakta güçlük çektim. Bu nedenle de adaylıktan çekiliyorum. Seçimin demokratik ve özgür bir ortamda (!) gerçekleşeceğine inanıyorum”.
Derneğin seçimlerine Mustafa Çulcu’nun hazırladığı tek liste ile gidilir. Çulcu oy kullanan 318 delegenin 301’inin oyunu alarak başkan seçilir. Çulcu’nun listesinde Selçuk Dereli, İsmet Arzuman, Bülent Uzun, Kuddusi Müftüoğlu, Bülent Demirlek, Lale Orta, Musa Eryılmaz, Hamza Mısır, Sadettin Güler, Süleyman Abay, Mevlüt Yerli, Yıldıray Arslan, Metin Karaarslan ve Dursun Cumali Sucu yer alır.
Ulusoy TFF’sinin o günlerde desteklediği Çulcu, bugünün MHK Başkanı. Ve o Çulcu hala “Ulusoy bana karışamaz” yollu demeçlerle bizleri kandırdığını sanmaktadır…
Ligin sonları yaklaşırken toz dumana iyice karışmıştır. Hem şampiyonluk yarışında, hem de ve özellikle düşme hattında ilginç olaylar yaşanır. Ulusoy federasyonu ise sadece izler…
2 Mayıs 2004’de oynanan Bursaspor – Ç.Rizespor maçı sonrasında Ç.Rizespor Teknik Direktörü Erdoğan Yılmaz ikinci yarıda yedikleri gollerle 4-2 kaybettikleri maçta çıkan olaylarda canlarını zor kurtardıklarını söyler.
Yılmaz;
“Oyuncularım büyük stres altında maça çıktılar. İlk yarıda buna rağmen iyi mücadele ettik. Bulduğumuz gol pozisyonlarını ikisini değerlendirerek devreyi 2-0 önde kapadık. Maçta özellikle öne geçtikten sonra devamlı tribünlerden küfürler edildi ve bıçaklar gösterildi. Soyunma odasına girerken bize saldırdılar. Polislerin müdahale yapması sonunda soyunma odasına götürüldük. İkinci yarıda zaten top oynayamadık. Futbolcularımız ‘acaba maçı kazanırsak başımızadaha neler gelecek’ dediler. Bunu düşünmeye başladılar. Maçın seyri değişti. Maçı vermekten başka çaremiz kalmadı. Canımızı zor kurtardık.
Hakemler de korkutuldu. Hakem anons yaptıramıyorsa, vay o maçın haline. Hakemlerde 55. dakikadan sonra oyundan koptu. O da canını kurtarmaya çalıştı. Sahada futbol yoktu. Artık bu maçı fazla konuşmanın anlamı yok. Önümüzde 2 maçımız var ve . Bunun için Samsunspor maçından puan ya da puanlarla ayrılmak zorundayız.”
Çaykur Rizespor maçının ardından Bursaspor’a yapılan saldırıları nefretle kınadıklarını belirten Bursaspor Kulübü Başkanı Fikret Üstenci ise, bir önceki hafta oynanan Çaykur Rize – Akçaabat Sebat maçının Türk futboluna kara leke gibi düştüğünü belirtir.
Çaykur Rizespor kafilesinin, Bursa tarihinin en güçlü güvenlik tedbirleri altında kaldıkları otelden Bursa Atatürk Stadı’na kadar olaysız geldiğini ve maçın da oynandığını belirten Üstenci, “Üstelik, Bursalı taraftarlardan tehdit telefonları aldıkları iddialarla can güvenliği isteyen Çaykur Rizespor kafilesi şehir içinde rahatça konaklamıştır. Maçın ilk yarısı sonunda Çaykur Rizesporlu futbolcular soyunma odasına girerken, görevlileri küfürle tahrik etmiş, tüm Bursa kentine ettikleri küfürlerle hakaret etmişlerdir” der.
Televizyondaki görüntüler izlendiğinde 2-3 görevli dışında ekranları, Rizesporlu futbolcu, teknik adam ve güvenlik güçlerinin doldurduğunun görüleceğini ifade eden Üstenci, “Bu olay, kendilerinin ısrarla belirttiği gibi soyunma odasında olmamış, soyunma odalarına giden girişte meydana gelmiştir. Her zaman soyunma odaları önünde konuşlanan güvenlik ekipleri, kendilerinin talebi ile zaten üst seviyeye çıkmıştır. Polisin Rizeli futbolcuları içeri sokmak istemelerine rağmen, ısrarla soyunma odasına girmeyen Rizesporlu futbolcular provokasyonlarını sürdürmüşlerdir” der.
24 Nisan’da oynanan Trabzonspor – Diyarbakırspor maçının 87. dakikasında tribünden atlayan bir bordo mavili taraftar, sahanın içine girerek Diyarbakırspor kalecisi Şenol’un yanına kadar gider. Şenol’la diyaloğa giren ve eliyle iten taraftar, güvenlik güçleri tarafından saha dışına çıkarılır. Maçtaki olaylar bununla da bitmez. Bir kaç Trabzonspor taraftarı tribünden atlar ve sahaya taş, şişe vb. yabancı madde yağar. Hakem İsmet Arzuman bunun üzerine oyunu durdurup, soyunma odasına gider. Olayların yatışmasının ardından maç 12 dakikalık bir duraklamanın ardından yeniden başlar.
NOT: Trabzonspor’un 23 Kasım 2003 tarihinde Elazığspor’la oynadığı maçta da sahaya taraftarlar girmişti. Karşılaşmanın 88. dakikasında sahaya giren Barış Karadeniz ve Hakan Sandıklar adlı iki taraftar, Elazığsporlu oyuncuların üzerine yürüyerek, elle tacizde bulunup hakaretler yağdırmıştı. İki taraftar için daha sonra akli dengelerinin yerinde olmadığına dair rapor alınınca Trabzonspor, Disiplin Kurulu’na gitmekten kurtulmuştu.
Trabzonspor – Diyarbakırspor maçında yaşanan olaylar ve sahaya giren seyirciler nedeniyle Trabzonspor’un Galatasaray maçında sahasının kapatılması ya da tarafsız sahada oynaması gündemdedir. 3 Mayıs 2004’de Trabzonspor Başkanı Aktuğ ağır konuştu:
“Şampiyonluğa oynuyoruz. Sahamız kapatılırsa ve biz de sahamız kapatıldığı için şampiyonluğu kaybedersek Trabzonsporlular bunu hiçbir zaman unutmaz.
Dünyanın her yerinde sahaya giren, şov yapan, soyunan ve pankart taşıyan insanlar var. Hiçbirinin sahası kapanmıyor. Sahaya giren kişi hakkında soruşturma başlattık. Gerekenleri yaptık. Diyarbakır kalecisi Şenol’un büyük tahrikleriyle olay abartıldı. Diyarbakırsporlu futbolcular çocuğa yumruk attı. Trabzonspor, masa başındaki oyunlarına ve İstanbul’daki güç odaklarına karşı. Fenerbahçe bir maç yenilirse biz şampiyonuz. Biz maç kaybetmeyi düşünmüyoruz”.
Aktuğ’un bu gayet açık ve aleni tehdidi karşısında ne olmasını beklersiniz? Çağdaş ve yasaların hakim olduğu bir ülkede elbette ki çok, ama çok büyük bir ceza almasını değil mi? Ama ne yazık ki öyle bir yerde yaşamıyorduk. Burası Ulusoy’un çiftliği idi ve bu bariz tehdit yutuldu paşa paşa.
PFDK Trabzonspor’a sadece 2.5 milyar lira para cezası verir.
İlginç bir de tesadüf: maçın hakemi Poşet İsmet’tir…
Trabzonspor 2003/04 sezonu sabıka dosyası da hayli kabarıktır:
- 15 Ağustos 2003 tarihinde Trabzonspor – Fenerbahçe maçındaki olaylar nedeniyle 2,5 milyar lira
- 25 Ekim 2003 tarihinde Trabzonspor – Malatyaspor maçındaki olaylar nedeniyle 1 milyar lira
- 7 Kasım 2003 tarihinde Trabzonspor – Bursaspor maçında hakemin 1 no’lu anonsu yaptırmasından dolayı ihtar
- 14 Aralık 2003 tarihinde Galatasaray – Trabzonspor maçındaki olaylar nedeniyle 1 milyar lira
- 20 Aralık 2003 tarihinde Trabzonspor – Gençlerbirliği maçındaki olaylar nedeniyle 2,5 milyar lira
- 1 Şubat 2004 tarihinde Fenerbahçe – Trabzonspor maçındaki olaylar nedeniyle 1,5 milyar lira
- 11 Şubat 2004 tarihinde Trabzonspor – Konyaspor maçındaki olaylar nedeniyle 2,5 milyar lira
- 7 Mart 2004 tarihinde Trabzonspor – Beşiktaş maçındaki 1 no’lu anons yüzünden ihtar ve olaylar nedeniyle 2,5 milyar lira
Erman Toroğlu 5 Mayıs 2004 tarihli “Yersenkirşen!” başlıklı yazısında bu konuyu ele alır:
Denizlispor’a ceza gelmedi, çünkü oradaki olay Denizlispor’un ceza yemek için çanak tutması idi. Ama, Trabzonspor’un sahasının kapatılmaması tam bir fiyasko. Sekiz defa olay dosyası Disiplin Kurulu’na giden bir takım, hele şu son maçtan sonra saha kapatma cezası almıyorsa, bu, Atay Aktuğ’un Haluk Ulusoy’a karşı yaptığı tehdidi tutturmasıdır.
O zaman 8 dakika soyunma odasına giren ve sonra maça devam eden hakem İsmet Arzuman’a niye ceza vermiyorsunuz? Hatta ve hatta bu İsmet Arzuman’ın Trabzon’daki bir hastaneden, bundan önceki olaylarda olduğu gibi bir deli raporu alması lazım. Çünkü akıllı adam maçı bırakıp soyunma odasına gitmez.
Herhalde bütün hakemlerin çişi geldi ki, içeriye tuvalete girdiler! Hani bir şehir vardır biliyor musunuz, Almanya’da, adı Gelsenkirchen… Bu, Türkiye’de yersenkirşen olarak okunur. Demek ki, Ulusoy Şirketler Grubu’na otobüs dahil her tehdit her zaman tutuyor. Not: Bu maç Şampiyonlar Ligi’nde oynanan bir Trabzonspor-Bayern Münih karşılaşması olsaydı, acaba saha kaç maç kapanırdı? Cevap; Trabzonspor en az bir sezon Avrupa kupalarından ihraç edilirdi.
PFDK kararı Fenerbahçe’de büyük öfke yaratır. Yönetim Kurulu adına ilk tepki Asbaşkan Mahmut Uslu’dan gelir:
“Bu, tarihte görülmemiş bir rezalet ve skandaldır. Futbol Federasyonu’nun çifte standart uyguladığı bir kez daha belgelenmiştir. Bizim sahamızı fındık fıstık atıldı diye kapatanlar, sahanın içine adamın girdiği bu olayda böyle bir ceza veriyorlarsa, bunun arkasında iyi niyet aramak güçtür.
Trabzon muhatabımız değil Bunun hesabını Futbol Federasyonu ve bu kararı alan Disiplin Kurulu nasıl verecektir. Eğer Diyarbakırspor kalecisi Şenol o anda ellerini arkaya koymasaydı, sahaya giren adam mutlaka ona vuracaktı. Biz bu konuda Trabzonspor’a bir şey demiyoruz. Onlar kesinlikle bizim muhatabımız değil. Kendi kulüplerinin çıkarlarını korumak için ne gerekiyorsa yaptılar.
Haziran ayında Futbol Federasyonu Başkanlığı seçimi yapılacak. Bu karar bir seçim yatırımıdır. Seçim hesapları uğruna Türk futbolunu kurban ediyorlar. Böyle bir iki yüzlülük, rezalet ve ayıp olmaz. Ama Fenerbahçe Kulübü olarak biz, bu işin takipçisi olacağız”
Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu’nun (PFDK), önce saha kapatma cezası verdiği, ancak daha sonra İstanbul’dan gelen bir telefon üzerine kararını değiştirdiği ileri sürülür. İddiaya göre olay şöyle gelişir:
Ankara’da toplanan PFDK, saat 14.00’te Trabzonspor’a saha kapatma cezası verdi. Ancak daha sonra PFDK Başkanı Talay Şenol, İstanbul’dan bir kişiyle telefon görüşmesi yaptı. Şenol, bu görüşmenin ardından kurul üyelerini tekrar toplantıya çağırdı. Saat 15.45’te tekrar toplanan PFDK, saha kapatma cezasını, para cezasına çevirdi.
Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, “Disiplin ve tahkim kurullarının sporla ilgili verecekleri kararlar, yargı kararları gibi vatandaşın vicdanında olumlu şekilde yerini almalıdır. Talimatla kararlar veren disiplin ve tahkim kurullarını bu ülkede görmek istemiyoruz. Vatandaşın vicdanını sızlatacak, tartışma yaratacak kararlar görmek istemiyoruz. Bu cümleleri açtığımızda arkasından neler gelebileceğini siz sporsever dostlarımın iyi anladığı kanaatindeyim” der.
Ulusoy ise Trabzonspor’a verilen ceza konusunda kamuoyunun yanlış yönlendirildiğini söyler. Ulusoy, “Hayal görüyor, senaryo yazıyorlar. Telefonla hiç bir kurumun karar alamayacağını herkes bilmeli. Hukuk ülkesinde yaşıyoruz. Bu insanlar Türk futbolunun önünü kesmeye çalışıyorlar” der.
Asbaşkan Orhan Saka ise Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu’nun (PFDK) verdiği kararın geçerli olduğunu ileri sürerek şöyle konuşur:
“Bu söylentiler çok ayıp. 3 saat süren PFDK toplantısında insanlar zaman zaman dışarı çıkarlar. Kimsenin de telefon görüşmesi yaptığı yoktur. PFDK toplantısında bir üye ret oyu vermiştir. Çirkin söylentiler ile Türk futbolunu yaralamak istiyorlar. Tüm kurullarımıza güvenimiz sonsuzdur. Kimsenin etki yapması mümkün değildir.”
6 Mayıs 2004’de PFDK kararının gerekçesini açıklar:
Karşılaşmada görevli hakem, 4. hakem, gözlemci ve temsilciler, olayları tüm detaylarıyla raporlarında yazdı. Ancak PFDK, sahaya giren seyircilerin Diyarbakırsporlu futbolculara herhangi bir saldırıda bulunmamasını ve yeşil kırmızılı yedek oyuncular ile teknik elemanların sahaya girmelerini gerekçe göstererek, saha kapatma cezası vermedi. Maçta çıkan olaylar, Trabzonspor’un savunması ve kurulun kararı şöyledir:
SALDIRIYA TEŞEBBÜS
Müsabakanın 87. dakikasında, Trabzonspor seyircisinin Diyarbakırspor yedek kulübesine ve oyun alanına çakmak, pet şişe vb. atıldı. Atılan cisimlerden biri 4. hakemin dizine, bir tanesi başına isabet etti, bir anahtarlık da Diyarbakırspor Teknik Direktörü’nün kafasına geldi. Bu durumu protesto eden Diyarbakırspor Kaleci Antrenörü, bir pet şişeyi Trabzonspor taraftarına fırlatınca, yabancı madde atılması hızlandı ve tüm yedek futbolcular ile teknik elemanlar saha içine girdi. Bunun üzerine hakem 3 numaralı anonsu yaptırırken, 88. dakikada oyun alanına giren bir şahıs Diyarbakırspor kalecisine saldırmaya teşebbüs etti. Daha sonra her iki takımın yedekleri ve teknik elemanları sahaya girdi. Bu esnada ikinci bir şahıs da oyun alanına girdi. Her iki şahıs da herhangi bir saldırıda bulunmadan tesirsiz hale getirildi. Olayların sakinleşmesi için hakemler soyunma odasına girerek 5 dakika bekledi ve sahanın boşaltılması sonrasında sahaya döndü. Hakemler sahaya çıkmadan 4 numaralı anonsu yaptırdı.TAHRİK ETTİLER
Diyarbakırsporlu futbolcuların aşırı sertlikle Trabzonsporlu oyuncuları sakatlaması ve kart cezası sınırındaki oyuncularını tahrik etmeye çalışması, seyirci üzerinde baskı oluşturdu. Konuk takımın kaleci antrenörü tribüne pet şişe attı.PARA CEZASI
Olaylara Trabzonspor Kulübü’ne mensup futbolcu, idareci ve teknik heyetin katılmamış olması, Diyarbakırspor kaleci antrenörünün pet şişeyi seyircilere fırlatması, sahaya sadece Trabzonspor kenar yönetiminin değil, Diyarbakırspor kenar yönetiminin de girmesi, sahaya giren kişinin hakemlere ve konuk takım oyuncularına yönelik eyleminin bulunmaması nedeniyle Trabzonspor’a para cezası verilmesinin uygun olacağı kararlaştırılmıştır.
5 Mayıs 2004’de Şike Tahkim Kurulu Üyesi Taner Ünlü, 24 Nisan’da Rize Atatürk Stadı’nda oynanan ve konuk A.Sebatspor’un 1-0 kazandığı maçla ilgili olarak, Ç.Rizesporlu futbolcular ve A.Sebat kalecisi Metin Aktaş’ın ifadesini alır. Kaleci Metin Aktaş, “Maçtan sonra kullandığım bir kelime başımızı sıkıntıya soktu. Ben orada (Sert oynamadılar) diyecekken (Bizi sıkıntıya sokmadılar) kelimesini kullandım” der.
[Not: Metin Aktaş’ın adı daha sonra Trabzonspor’lu Gökdeniz’in de adının karıştığı bahis amaçlı şike olayında da gündeme gelecek ve ceza alacaktır]
Futbol Federasyonu Şike Tahkim Kurulu Üyesi Taner Ünlü, Çaykur Rizesporïun kadrosunda yer alan 18 futbolcuyla Akçaabat Sebatsporïun kalecisi Metin Aktaş’ın ifadesine başvurur. Çaykur Rizespor teknik direktörü Yılmaz Vural’ın maçın 43’üncü dakikasında soyunma odasına gitmesi, karşılaşmanın bitiminde görevinden istifa etmesi, maçtan sonra da kaleci Metin Aktaş’ın açıklamalarının ardından İstanbulspor ve Bursaspor kulüplerinin “karşılaşmada şike yapıldığını” iddia ederek Futbol Federasyonu’na bildirimde bulunmaları nedeniyle başlatılan soruşturmada ilk olarak futbolcuların ifadeleri alınır.
Süper Lig’de sona yaklaşılırken ortaya çıkan “şike ve teşvik primi” iddialarıyla ilgili olarak, futbolun zirvesi, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin başkanlığında Ankara’da 6 Mayıs 2004 tarihinde toplanır. Yaklaşık 3.5 saat süren toplantıda, Mehmet Ali Şahin’in yanısıra, Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy, Kulüpler Birliği Vakfı ve Ankaragücü Kulübü Başkanı Cemal Aydın ile Gaziantepspor ve Samsunspor dışındaki Birinci Süper Lig’de mücadele eden 16 kulübün başkan ya da yönetici düzeyinde temsilciler hazır bulunur. Spordan Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, toplantının ardından yaptığı açıklamada, futbol dünyasında son haftalarda meydana gelen tartışmalara değinir ve spekülasyonların, sektöre zarar verdiğini söyler. Şahin, federasyon, bakanlık ve kulüp yöneticilerinin bu konuda daha duyarlı olacağını kaydeder.
Toplantıda herkesin sorumlu davranması gerektiği ve kötü örneklerin dışlanmasının açıkça beyan edildiğini ifade eden Şahin, “Başkanlar, 2 hafta süreyle her türlü tartışmadan uzak kalacaklarını beyan etti. Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu kararlarının tartışmaya açık olmaması istendi. Rekabetin kurallara uygun yapılması görüşü benimsendi. Başkanlar, Futbol Federasyonu’nun kuruluş ve yapısıyla ilgili yasada yapılacak değişikliklerin, genel kurul öncesinde bitirilmesini istediler. Kulüp başkanları, düşme hattındaki takımların maçlarının naklen yayınlanmasını talep ettiler. Futbol Federasyonu Başkanı Ulusoy, yayınca kuruluşla bu konu hakkında görüşmelerde bulunacak” der.
Toplantıda, tüm kulüp temsilcilerinin altına imza koyduğu ortak deklarasyon açıklanır:
DEKLARASYON:
“Teşvik primi eğer bir futbol kulübü tarafından kendi sporcularına motivasyon ve başarılarını artırmak için belirli ölçütlerdahilinde veriliyorsa kuşkusuz ki olumlu bir uygulamadır.
Ancak inancımız ve kararımız odur ki eğer teşvik primi bir futbol kulübüne yahut oyuncuları ile teknik kadrosuna bir başka futbol kulübüile oynayacağı bir karşılaşma için üçüncü bir futbol kulübü yararına veriliyorsa haksızdır, adaletsizdir ve herşeyden önemlisi, tıpkı şike suçu gibi ahlaken yanlış bir uygulamadır.
Bu anlamıyla teşvik primini biz burada toplananlar kesinlikle kabul etmiyor ve bu iddia ve söylentilerin önüne geçebilmek için her türlü çabayı göstereceğimizi spor kamuoyu önünde ilan ediyoruz.
Hakemler tıpkı hakimler gibi toplumdaki adalet ve hakkaniyet duygularını olumlu ya da olumsuz yönde değiştirecek her kesimin dikkatle ve titizlikle yaklaşması gereken çok önemli unsurlardır.
Hakemlerimiz hakkında bundan böyle spor kamuoyunun yanlış anlayabileceği, futbolun üzerinde durduğu zemini bozacak tartışmalardan kaçınacağımıza, yönetici, teknik kadro ve futbolcu düzeyinde, hakemlerimiz hakkında kamuoyu önünde, medya aracılığıyla konuşup açıklama yapmayacağımızı da ilan etmiş bulunuyoruz”
7 Mayıs 2004 tarihinde Futbol Federasyonu üyesi Murat Aksu federasyondaki üyeliğinden istifa eder. Aksu, 30 Mayıs’taki Beşiktaş kongresinde Yıldırım Demirören’in listesinden seçime gireceğini açıklar.
Bu arada Başbakanlıktaki toplantının detayları medyada yer almaya başlar.
Toplantıda, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım ve Gençlerbirliği Başkanı İlhan Cavcav, Bakan Mehmet Ali Şahin’in önünde Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy ile söz düellosuna girmişlerir:
Cemal Aydın: Arkadaşlar, hepiniz Kulüpler Birliği Başkanı olarak bana geldiniz, federasyondan, MHK’den, Tahkim Kurulu’ndan ve Disiplin Kurulu’ndan şikayetçi olduğunuzu söylediniz. Federasyon hatalı işler yapıyor, dediniz. Ben gittim federasyonla konuştum, kötü adam ben oldum. Şimdi niye konuşmuyorsunuz?
Aziz Yıldırım: Beyler, başkan haklı. İçeride başka, dışarıda başka konuşulmaz.
İlhan Cavcav: (Ulusoy’a dönerek) Bak kardeşim ben 70 yaşına geldim. Senin yaşın kaç bilmiyorum.
Haluk Ulusoy: 46 yaşındayım başkan.
İlhan Cavcav: Senin her türlü ekibinden şikayetçiyim. Şu ana bazı konularda faydalı işler yaptın. Ama misyonun bitti. Git artık.
Haluk Ulusoy: Ben daha gencim başkan. Asıl misyonunu tamamlayan sensin. Yaşlandın, senin bırakman lazım, benim değil.
İlhan Cavcav: Sayın bakanım. Biz konuşuyoruz, biz kötü oluyoruz. Biz bu federasyon ile önümüzdeki sezona başlarsak, küme düşeriz. Gençlerbirliği’ni küme düşürürler. Kulüpler bu federasyondan korkuyor. İstemiyorlar bu federasyonu ama, korktukları için ses çıkarmıyorlar. Sayın bakan, yeni kanun çıkmadan yapmayın bu seçimi. Oldu bittiye getirmek istiyorlar seçimi de.
Aziz Yıldırım: Ben 7 yıldır Fenerbahçe Kulübü Başkanlığı yapıyorum. 7 yıldır da bu federasyonla çalıştım. 1 gün oy vermedim, vermem de bu federasyona. Kimsede güven kalmadı bu federasyona.
Haluk Ulusoy: Ben, Ulusoy İmparatorluğu’nu bırakıp, Türk futbolu için göreve soyundum. Sizi kimse mutlu edemedi, edemez de. Ama ne yapsanız yapın, beni deviremeyeceksiniz. Şenes Erzik bile mutlu edemedi sizi.
Aziz Yıldırım: Naklen yayın gelirleri 600 milyon dolardı. Bu para 400 milyon doların altına düştü. 3 kuruş için devlet memurunu hapse gönderiyoruz ama, bu paranın hesabını soramıyoruz.
Haluk Ulusoy: O günkü ekonomik şartlar altında sanki başka çaremiz mi vardı? Digitürk’ün önerdiği o parayı kabul etmek zorundaydık.
Aziz Yıldırım: Herşeye karışıyorsun. Kimsenin federasyona güveni kalmadı. Ne hakem tayinlerine, ne de federasyonun diğer kurullarına…
Haluk Ulusoy: Genç, dinamik bir hakem kadromuz var. Hakem tayinleri doğru, Tahkim Kurulu doğru, Disiplin Kurulu doğru… Hepsi doğru işler yapıyor. Siz bunları karalamakla geçmişinizi inkar ediyorsunuz.
Aziz Yıldırım: Tetikçi hakemlerin var. Versene Mutlu Çelik’i Fenerbahçe maçlarına. O bir tetikçi, niye vermiyorsun?
Haluk Ulusoy: Sen istediğin için vermiyorum. İşler öyle bir hale geldi ki, aleyhime yazan Erman Toroğlu bile MHK Başkanlığı’na aday olsa destekleyeceğim. Ama o zaman bile aleyhime konuşulur.
Fikret Üstenci (Bursaspor Başkanı): Küme düşme hattındaki takımların maçları naklen yayınlansın.
Adnan Sezgin (İstanbulspor Başkanı): Ligde teşvik primi var.
Ahmet Taşpınar (Altay Başkanı): Spora siyaset karışıyor.
09 Mayıs 2004 tarihinde Ulusoy şunları söyler:
“Başkanlık yaptığım iki dönemde olduğu gibi yeni yasayı da TBMM çıkartacaktır. Bizim devletimize saygımız sonsuzdur. Biz de mevcut yasanın bazı bölümlerinin değişmesi gerektiğini söylemiştik. Yayınla ilgili bazı hususların eklenmesi, ligimizin adına sponsor bulabilmemiz, bazı idari düzenlemeler gibi…
Bizim sıkıntımız kulüplerimizin adınadır. Çünkü, biz bir yola çıktık. İster mevcut yasa, ister yeni yasa fark etmez. ‘Ben adayım’ dedim, bu değişmez. İnşallah genel kurul delegelerimizin teveccühü ile bu göreve de geliriz. Ancak bildiğiniz gibi yayıncı kuruluşun anlaşması bu sezon sonu bitmektedir. Ve yeni ihale genel kuruldan sonra yapılabilir. Çünkü yeni yasanın, Resmi Gazete’de yayınlanmasıdan sonra, 15 gün içinde çağrı süresi var.
İhaleden sonra peşinatları en erken temmuz ayının 2. yarısında alabilirler. Halbuki transfer bildiğiniz gibi 1 Haziran’da başlıyor. Kulüplerimiz haziran ortası gibi kampa giriyorlar. UEFA ve Şampiyonlar Ligi’ndeki takımlarımızın temmuz sonuna doğru maçları var. Peki kulüplerimiz transferi neye göre ve hangi para ile yapacaklar? Bu durum seneye rekabete zarar verebilir. Mali durumu iyi olan 1-2 kulüp dışında kimse rahat transfer yapamaz.”
Aynı tarihte Erman Toroğlu’nun yazısında üstü kapalı bir şekilde söyledikleri TFF ve bağlı kurumlarında neler olduğuna ışık tutmaktadır:
Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy’un, kurulları hakkında (MHK, Tahkim Kurulu, Disiplin Kurulu) söyledikleri garibime gitti. Bir federasyon başkanının kurullarını bu kadar çabuk aslanların önüne atmaması gerekirdi. Yarın, bir gün, o kurul başkanları da bazı şeyleri söylerlerse, o cesaretleri gösterirlerse ne olur? Eğer o kurul başkanlarının cesaretleri yoksa, o zaman Ulusoy onlara az bile yapıyor. Çünkü fazlasıyla hak ediyorlar.
Ne yazık ki o kurul başkanları birşeyler söyleme cesaretini asla bulamazlar.
Trabzonspor’un cezasının görüşüldüğü PFDK toplantısının tartışmaları ise hala bitmemiştir. 11 Mayıs 2004’de Futbol Federasyonu Tahkim Kurulu Başkanı Türker Arslan, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in, Tahkim Kurulu ile ilgili açıklamalarına tepki gösterir.
Levent’teki Futbol Federasyonu binasında kurul üyeleriyle birlikte basın toplantısı düzenleyen Arslan, Bakan Şahin’in 7 Mayıs’ta gazetelerde yer alan açıklamalarında “Talimatla karar veren Disiplin ve Tahkim Kurullarını bu ülkede görmek istemiyorum. Spor kamuoyunu ve vatandaşlarımızın vicdanını sızlatacak, sonu gelmeyen tartışmalar yaratacak kararları da artık görmek istemiyorum. Eğer bu kararlar bu şekilde alınıyorsa yapılanlar hergün tartışılıyorsa bu Türk sporuna sürülmüş en ağır lekedir. Şiddetle bu konunun üzerine gideceğiz” sözleriyle ifade ettiği düşüncelerinin Tahkim Kurulu tarafından esef, üzüntü ve endişe ile karşılandığını söyler.
Tahkim Kurulu’nun seçilerek göreve gelmiş, meslek hayatında 20 yılını doldurmuş, kişilikli, onurlu ve bağımsız hukukçulardan oluştuğunu vurgulayan Arslan, “Kurul üyelerinin kimseye minnet borçları bulunmamaktadır. Sayın Bakan’ın kariyerlerini bilmediği, kişiliklerini öğrenmediği, kendileri ile şahsen tanışmak gereğini dahiduymadığı kurul üyelerini (Emirle karar veren insanlar…) olarak suçlaması kendisi açısından talihsizliktir. (Ülkesinde görülmek istenmeyen…) insanlar olarak nitelenmek, futbol anarşisi ve çirkinliklerinin müsebbibi ve hedefi olarak gösterilmek kurul üyelerini derinden yaralamış, onurunu kırmıştır” diye konuşur.
Arslan, Tahkim Kurulu’nun federasyonun en bağımsız yargı organı ve özerkliğin göstergesi olduğunu ifade ederek şunları söyler:
“3813 sayılı yasa ile getirilen özerk Futbol Federasyonu’nun yapısı içinde, bağımsız Tahkim Kurulu’na ilişkin düzenleme ve Tahkim Kurulu Talimatı FIFA ve UEFA tarafından dünyada örnek kuruluşlardan biri olarak gösterilmektedir. Şimdi bu yasadaki Tahkim Kurulu’nun oluşumuyla ilgili 13. madde değiştirilmek isteniyor. Buna göre Tahkim Kurulu üyelerinin (2 Yargıtay’dan, 1 Danıştay’dan) 3’ü atamayla, 2’si de Futbol Federasyonu Genel Kurulu’nda seçimle belirlenecek. Atamalar bağımsızlığı, özerkliği ciddi bir şekilde zedeler. İmza aşamasında olan yasa değişikliği FIFA tüzüğünün17. maddesine de uygun değildir. Sistem gözden geçirilebilir, revizeedilebilir. Ancak atama sistemini getirirseniz, bu sistemi dibinden yok edersiniz. Siyasi iradeye saygımız sonsun, ama bu konuda yanlışyapılmaması için kamuoyuna bu açıklamaları yapıyoruz.
Bakan Şahin’in açıklamasının ardından kurulumuz toplanarak, sayın Şahin’e üzüntülerimizi belirten bir mektup yazdık. İstifa etme konusunu da görüştük. Bizim istifamız da 15 gün içinde Genel Kurul gerektirir. Türk sporuna zarar vermek istemiyoruz”.
13 Mayıs 2004 tarihinde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun’da değişiklik yapan tasarıyla ilgili bilgi verir:
“Yeni yasa tasarısı 18 Mayıs Salı günü TBMM’nin konuyla ilgili komisyonunda görüşülecek ve 20 Mayıs Perşembe günü de büyük bir ihtimalle yasalaşacak.
Yeni yasa tasarısıyla genel kurul delege sayısı 106’dan 215’e çıkarılıyor.
Kulüpler, 156 delegeyle temsil edilecek. Bu yasayla Merkez Hakem Kurulu da genel kurul tarafından seçilecek. Tahkim Kurulu’nun 2 asil ve 2 de yedek üyesini de hukuk fakülteleri ile spor yüksek okullarının öğretim üyeleri arasından seçilecek. Merkez Hakem Kurulu’nu, kulüpleri, şikayet etmeyecekleri yöneticileri seçebilmeleri için genel kurula seçtiriyoruz. Ayrıca, federasyon başkanının seçtiği ve maaş ödediği 3 üyeyi de genel kurulun seçmesini sağlıyoruz ve bunlara da para verilmesini ortadan kaldırıyoruz. Ayrıca federasyon aşbaşkanlarını yönetim kurulu seçecek.
Futbol Federasyonu Genel Kurulu’nun daha katılımcı bir yapıya kavuşturulmasını hedefliyoruz. Genel kurulun delegelerinin büyük bölümünü kulüp temsilcileri oluşturacak. Engelliler ve Üniversiteler Spor Federasyonu başkanları da delege olacak. Çünkü bu federasyonların da futbol organizasyonları var. 6 aydan fazla milli takım teknik direktörlük görevi yapmış Türk vatandaşı antrenörler de delege olabilecek. Türk futbolunun duayeni sayılan ve en az 40 kez (A) milli formayı giymiş 8 kişi de delege olacak. Kanun çıktıktan sonraki ilk genel kurulda ise 75 kez (A) milliolmuş ve faal olmayan 6 futbolcu da delege olacak. Federasyon başkanı 2 dönem başkanlık yapabilecek. Mevcut başkan Haluk Ulusoy da seçimlere katılabilecek. Kanuna göre, seçimler futbol liglerinin tescilinden sonra 45 gün içinde yapılacak.
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü çatısı altında faaliyet gösteren bazı federasyonların başkanlarının seçilme kriterleri arasında üniversite mezunu olmak ve yabancı dil bilmek koşulu aranmasına karşın, bu yasaya böyle bir madde koymadık.
Başkan ve yönetim kurulu üyesi seçilme şartları konusunda yabancı dil bilme ve yüksekokul mezonu olma şartı koyamazdık. ‘Kişisel amaçlarla bu yasa yapıldı tepkisi gelebilir’ diye, spekülasyon olacağını düşünerek, TBMM’ye yasayı böyle gönderdik.
Tahkim ve Merkez Hakem Kurulu üyeleri için güvenceleri olsun diye yasa maddesine, ‘üyeler istifa etmedikçe veya çekilmiş sayılmadıkça yerlerine yenisi görevlendirilemez’ hükmü koyduk. Ayrıca Merkez Hakem Kurulu’nun ayrı bütçesi olması hükmünü getirdik.
Tahkim Kurulu ve PFDK bazı kararlarını talimatla karar veren kurullar görüntüsü çizmişlerdir. Kamu vicdanını rahatsız edecek görüntülerdir. Tahkim Kurulu’nun Şenol Güneş konusunda verdiği karar tam bir hukuk kepazeliğidir. Bu karara göre şu anda 2 tane Milli Takımlar Teknik Direktörü vardır. 1’i Ersun Yanal, diğeri de Şenol Güneş’tir. Buyrun, canlı yayından kayıt edilmiş federasyon başkanı Haluk Ulusoy’un Şenol Güneş’in sözleşmesinin feshedildiğini söylediği konuşmayı hep birlikte dinleyelim. Bundan sonra federasyon başkanvekili Ata Aksu’nun noter kanalıyla Şenol Güneş’e çektiği fesihnameye bakalım. Ancak tüm bunlara rağmen Tahkim Kurulu Şenol Güneş’e başvurusunun, sözleşmesinin feshedilmediğini öne sürerek reddedildiğini bildiriyor. Bu haksızlık. Bu dosyayı hukukçu olmam nedeniyle inceledim. Şenol Güneş’e haksızlık edilmiştir. Türk futboluna hizmet etmiş birine böyle davranılamaz. Konuyu Başbakanlık Teftiş Kurulu’na havale edeceğim. Görev ihmali var mı? Bir suç işlenmiş mi, işlenmemiş mi? ona bakacak. Profesyonel Disiplin Kurulu da aynı olaylara farklı kararlar vererek, tartışılır hale gelmiştir”.
13 Mayıs 2004’de Fenerbahçe Kulübü Başkanvekili Nihat Özdemir, şampiyonluk kupasını kendilerine Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in vereceğini söyler.
Futbol Federasyonu 14 Mayıs 2004’de, sözleşmesi feshedilen eski Milli Takımlar Teknik Direktörü Şenol Güneş’in durumu ile ilgili bir açıklama yapar.
Güneş’e 3.5 yıllık görev süresi içinde federasyon tarafından toplam 3 trilyon 846 milyar lira doğrudan, sponsorlar tarafından da 69 bin dolar ödeme yapıldığı belirtilen açıklamada, şöyle denilir:
“Şenol Güneş, gelecek yeni teknik direktörün önünü açması gerektiği şeklindeki federasyon yaklaşımını maddi mülahazalarla geri çevirmiş, fakat kamuoyuna maddi hiçbir beklentisi olmadığı şeklinde yanlış bir mesaj vermiştir. Güneş’e, 23 Mart 2004 tarihinde, sözleşmesinin sona ereceği temmuz ayına kadar olan 5 aylık maaş toplamı olan 297 milyar 264 milyon lira da ödenmiştir.”
Mehmet Ali Şahin aynı tarihte Feshane’deki 3. Uluslararası Sponsorluk Konferansı’nda Futbol Federasyonu Tahkim Kurulu yetkilileriyle aralarında yaşanan tartışmalar konusunda kimseye bir baskısının sözkonusu olmadığını söyler:
“Ben geçmişte Anayasa Mahkemesi’nin dahi birçok kararlarını eleştirdim. Ama Anayasa Mahkemesi’nin üyeleri çıkıp da ‘Bize baskı var istifa ediyoruz’ demediler. Bundan rahatsızlık duymaya gerek yok.
Tahkim Kurulu’nun, Milli Takımlar eski teknik direktörü Şenol Güneş hakkında aldığı karara gelince. Hakemin verdiği kararlar da Tahkim Kurulu’nun verdiği kararlar da kesindir. Ancak olayda hukuki cezai sorumluluk gerektiren bir durum varsa bunu da yetkili teftiş kurulları inceleyebilir. Bundan rahatsızlık duyacak birşey yoktur. Şenol Güneş’in tek başına ortada bırakılmış olduğunu hissettim. İki defa bana geldi. Psikolojik olarak çok rahatsızlık içinde olduğunu görünce, destek olmak gerekir, diye düşündüm.”
Bu arada liglerin bitmesinin ardından şaibe söylentileri yeniden dile getirilmeye başlar. 16 Mayıs 2004’de Bursaspor Teknik Direktörü Nejat Bijediç, “Türkiye 1.Lig tarihinde 40 puanla ligden düşme ilk kez gerçekleşti. Biz sahada ne yapmamız gerekiyorsa yaptık. Demek ki yapamadığımız birşeyler vardı. Herhalde saha dışında kaybettik” der.
17 Mayıs 2004’de A.Sebatspor-A.Gücü maçının devre arasında yaşananlara devlet el koyar. Devlet Bakanı M. Ali Şahin, A.Gücü Başkanı Cemal Aydın’ı arayıp ‘Geçmiş olsun’ der ve olaylar hakkında bilgi alır. Şahin, bu ve benzeri olaylara asla müsamaha etmeyeceğini belirterek, ‘Gereğini yapacaklarını’ söyler. Bakan Şahin, A.Gücü yöneticisi M.Kemal Ünsal, doktor yönetici Salim Sırrı Türker ve futbolcularının da bilgisine başvurulacağını sözlerine ekler. Bu arada A.Gücü Başkanı Cemal Aydın, Akçaabat’ta olaylara seyirci kaldığını belirttiği emniyet güçlerini İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’ya şikayet edeceğini söyler.
A. Sebatspor’a hem yenildiklerini, hem de tekmeli-tokatlı saldırıya uğradıklarını belirten A.Gücü’nün kaptanı Hakan Kutlu, “Koridordaki 35-40 kişilik saldırganlar arasında yumruk yumruğa çarpışmalar yaşandı” der ve konuyla igili şunları söyler:
“Her futbolcu bir-iki kişi yıkıp, soyunma odasına ulaşabildi. Soyunma odasının kapı dillerini bantlayıp kapatılmasını önlediler. Biz futbolcu olarak dürüstçe mücadele ettik. Formamızın onuru için dimdik durduk. Bize hep ‘Korkmayın, kimse sahada kalmaz’ derlerdi. Bunun gerçek olmadığını Akçaabat’ta gördüm.”
A.Sebatspor Kulübü Başkan Yardımcısı Baki Eyüboğlu, Ankaragücülülerin iddialarını, ‘Saçma’ ve ‘Kabul edilemez’ şeklinde yorumlarken, “Bizi bırakıp Sakarya’daki olaylara baksınlar” der.
Aynı tarihte Beşiktaş Teknik Direktörü Mircea Lucescu Fenerbahçe’nin şampiyon yapıldığını söyler. Lucescu’nun açıklamaları şöyledir:
“- Türkiye’de kimin şampiyon olacağı ocak ayında belli oluyor. Bu sezon şampiyon olamayacağımızı ocak ayından itibaren haykırmaya başladım. Çünkü ligin ikinci yarısında tam kadro ile mücadele edemedik.
Sahada yaptığımız mücadeleler, kontrataklar hep kesildi. Sesimizi duyuramadık.
– Bu sezon Fenerbahçe şampiyon yapıldı. İddia ediyorum bu sistem devam ederse Beşiktaş 10 yıl daha şampiyon olamaz. Göreceksiniz bu yıl Fenerbahçe gelecek yıl başka bir takım ve daha sonraları değişik takımlar şampiyon yapılacak.
– Türkiye’ye geldiğim günden bu yana 4 kez yılın teknik adamı seçildim. Bu bana yeter. Ben demek ki kötü bir teknik adam değilim. Ama konuşmalarım bazı kesimleri rahatsız etti. Bazıları ısrarla ‘Sesini kes Lucescu’ diye karşıma çıktı. Hatta bazıları işi yüzsüzlüğe vurup Lucescu’nun söylediklerinin tamamının doğru olduğunu söylese de üzerinde ciddi durmadı.
– Her takıma eşit seviyede yaklaşılmadığını belirttim. Bu eşitsizlik olayları başlattı. Bakın şimdi benim dediklerim tek tek ortaya çıkıyor. Tribün terörü ve taraftarların isyanı, takımların ligde nasıl kalabildikleri. Takımların deplasmanlarda yaşadıkları terör ortamının oluşacağını sezon başında haykırmıştım.
Bakın gazete manşetlerine, şampiyonluklar, futbolun güzel yüzleri değil, futbolun terörü ve çirkin yüzleri süsleyecek. İşte böyle olumsuzlukların olmaması için bunların önlenmesini istemiştim.
– Beşiktaş yönetimi bana süper transfer yapacaklarını söyledi. Evet doğrudur. Ama ben süper transfer yerine futbolcuların alacakları olan paraların ödenmesinin, alınacak oyuncudan daha tesirli olacağını savundum. 100’üncü yılda şampiyon olurken tüm isteklerimiz yapıldı. Paralar ödendi ve başarılar geldi.
– Bazıları futbolcuların aldıkları ücreti açıklayarak başarısızlığın faturasını kesmek istiyor. Futbolcu dünyanın en çok para kazanan insanıdır. Çünkü onun 5 ya da 10 sene çalışma süresi vardır. Bu süre zarfında para kazanabilir. Takımda her şey para ile ölçülmez. Bir de futbolcunun kafa yapısını rahatlatmak gerek. Bu da düzgün para ödemesi ve motivasyon ile gerçekleşir.
– 28 Mayıs’ta Türkiye’ye döneceğim. Çünkü oluşacak yeni yönetim ile konuşmam olacak. İsterlerse benimle çalışırlar. Yeni sezon için transfer çalışmalarını sürdürüyorum. Taraftarlarımız merak etmesinler, başarıya gidecek formüllere sahibim. Beşiktaş ile 2 yıllık mukavelem var. Ayrılmak istemiyorum.”
Görüldüğü gibi şampiyon olan takım da, şampiyonluğu kaybeden de, küme düşen de, kümede kalan da ligden ve federasyondan şikayetçidir. Ama Ulusoy hala “ben Türkiye’nin en başarılı TFF başkanıyım” diye dolaşmaktadır ortalarda.
Gerçi Lucesku’nun açıklamaları ne denli ciddiye alınabilirdi, tartışmalıdır. Zira Rumen teknik adam her gittiği yerde kendisinden başka herkesi suçlamayı, hatta “ağlamayı” alışkanlık haline getirmiştir. Türkiye’den sonra gittiği Ukrayna’da da kendi takımının şampiyon yapılmak istenmediğini, önlerinin kesildiğini söyleyebilmektedir. Üstelik daha bir yıl önce şampiyon olmuşken… Aynı Türkiye’deki gibi!
18 Mayıs 2004’de Bursaspor Kulübü, Birinci Süper Futbol Ligi’nin tescil edilmemesi için UEFA’ya başvurur. Kulüp Başkanı Fikret Üstenci, “Türkiye’de şu anda Futbol Federasyonu kalmadığı gibi, masa başı oyunlar, kurulan bölge birliği, kaba kuvvet, silah dayamalar ve şaibelerle lig bu hale gelmiştir. Kulübümüzün haklarını korumak için UEFA ve Şike Tahkik Komisyonu’na başvurduk. Bizim burada temennimiz bu şaibeli ligin tescil edilmemesidir” der.
19 Mayıs 2004’de Gençlerbirliği Kulübü Başkanı İlhan Cavcav, Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy’un hata yaptığını ve misyonunu tamamladığını söyler:
“Kulüpler Birliği olarak toplanıp, ne yapacağımıza karar vereceğiz. Adayımızı belirleyerek, Kulüpler Birliği olarak blok oyla belirlediğimiz adayı destekleyeceğiz. Eğer Kulüpler Birliği olarak kendi aramızda anlaşamazsak ve aynı durum devam ederse, Gençlerbirliği olarak seçimleri protesto ederek 5 delegemizle oy kullanmayacağız.
Haluk Ulusoy kurullara müdahale ederek hata etmiştir. Ona, ‘Kurullarını değiştir’ dedik, ona, ‘Kurulların kararlarına müdahale etme’ dedik. Aslında kurulların da hatası yok. Tek hataları Ulusoy onlara karıştığında istifa etmemeleriydi. Biz bunu Haluk Ulusoyïa ilettik. Kendisi bu uyarımızı başka değerlendirdi. Ulusoyï a en büyük desteği Kulüpler Birliği Başkanı iken ben verdim. Geçen yıl bizimle çok oynadı. Gençlerbirliği’ne çok kötülük yapıldı. Ancak, şerefli bir kulüp olarak kimseye hakımızı yedirmeyiz. Herkes bunu böyle bilsin”.
21 Mayıs 2004’de Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım ile Galatasaray Başkanı Özhan Canaydın’ın öncülük ettiği 5 kulübün başkanları, yabancı futbolcu kontenjanının sekize çıkması için Futbol Federasyonu’na başvurma kararı alır.
Yıldırım ve Canaydın Swiss Otel’de, aynı zamanda Kulüpler Birliği Başkanı olan Ankaragücü Başkanı Cemal Aydın, Gaziantepspor Başkanı Celal Doğan ve İstanbulspor Başkanı Adnan Sezgin ile bir toplantı yaparak, yeni sezona yönelik görüş alışverişinde bulunur.
Başkanlar, “Futbol gelirlerinin yüzde 98’ini sağlayan Süper Lig kulüplerinin istemediği federasyon başkanı Haluk Ulusoy’u o koltukta oturtmayız” derler.
Naklen yayın gelirleri, mafya-futbol-siyaset ilişkileri, yabancı futbolcu sayısı, hakem tayinleri ve federasyon seçimleri konusunda görüş alış verişinde bulunan başkanlar, şaibe altında kalan futbolun kurtulması için Haluk Ulusoy’un görevden ayrılması gerektiği konusunda görüş birliğine varırlar.
Toplantıda alınan kararlar ve konuşmalar şöyledir:
Futbola mafya, pislik ve siyaset girdi. Artık milyonlarca doların döndüğü bir bahis kurumu var. Öyle duyumlar alıyoruz ki, bazı futbolcular bir kulübe imza atıyor, ama daha sonra başka kulüplere gidiyor. Bunlar mafyanın futbola ne derece girdiğinin en önemli belgesi. Futbolcular mafyanın eline düşmüş. Bu yaraları halletmemiz gerekiyor. Eğer bunları temizleyemezsek, tüm kulüpler mahvolur. Artık her türlü pislik var bu işin içinde.
Ankaragücü Başkanı Cemal Aydın’ı federasyon başkanlığı için aday gösterelim. Eğer Ulusoy federasyonu ile devam edersek, önümüzdeki yıl bu işlerin önünü alamayız. İstenildiği kadar kanun çıkarılsın, Haluk Ulusoy’un başkanlığında bu işler yürümez. Eğer tüm kulüpler Cemal Aydın’a destek vermezse, bizler birlikte hareket edelim ve genel kurulu boykot edelim. Ayrıca Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun da raporlarının kamuoyuna açıklanmasını isteyelim.
Futbolun en büyük sektör olduğu İtalya’da şike savcılığı kuruldu. Oysa bizde kimse hareket bile etmiyor. Transferden, maçlara kadar futbolun içinde ne tür pislik ararsanız var. Yeni yasa çıkar çıkmaz Kulüpler Birliği olarak toplanıp, Bakan’a, hatta Başbakan’a gidelim. Durumu anlatalım. Ulusoy’un yeni kadrosunda öyle isimler var ki, topu bomba sanıp karakola götürürler. Bu adamlarla nasıl yola çıkar ve futbolumuzu pislikten arındırırız?
Her yerde dedikodu çarkı dönüyor. Futbol gelirlerinin yüzde 98’ini sağlayan Birinci Lig kulüplerinin istemediği bir kişiyi o koltukta oturtmayacağımızın bilinmesi gerekir. Tüm kulüpler şikayetçi bu federasyondan ama korkudan seslerini çıkartamıyorlar. Gençlik Spor Genel Müdürü Mehmet Atalay ve Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin’den sonra Başbakan Tayyip Erdoğan’ın da federasyon başkanlığı için kimseye icazet vermediğini açıklaması gerekir.
Toplantı sonrasında Ankaragücü Başkanı Cemal Aydın şunları söyler:
Bundan önce Haluk Ulusoy, Kulüpler Birliği’nden görüş almadan adaylığını açıklamazdı. Bu kez bize danışma gereğini bile duymadı. Çünkü çevresinde futbolla ilgisi olmayan kişilerin etkisi altında. Ben ona, ‘Paris’i istiyorsun ama bindiğin tren Atina’ya gidiyor. Öylesine sarhoşluk içindesin ki, farkında bile değilsin’ dedim.
En sonunda, ‘Uyandığında, ne çevrendeki dalkavukları yanında bulacaksın, ne de istediğin yerde olacaksın’ diye uyardım. Umursamadı bile. Kulüplerin desteğine ihtiyacı olmayan kişiyi seçimlerde göreceğiz. Her ülkede federasyon başkanları tribünlerde özel olarak ağırlanır. Ama bizim başkanımız maçlara gidemiyor. Tepki alıyor, stadı terk etmek zorunda kalıyor. Bu işte bir arıza var. Yaşananlardan midem bulanıyor, kusmam gerekiyor. Böyle bir ortamda daha fazla kalamayız.’
İstanbul’daki toplantıya, Gençlerbirliği, Adanaspor, Konyaspor, Diyarbakırspor, Elazığspor ve diğer kulüpler de destek veriyorlar. Ulusoy’dan yana tavır açıklayan ASKK gibi bazı kuruluşlar tabanlarının sesine kulak vermelidirler.
Aziz Yıldırım’ın toplantıda ilginç bir öneri getirdiği de iddia edilir: “Verin bize yetkiyi Fener TV’de yayınlayalım maçları.”
23 Mayıs 2004’de Türkiye Kalite Derneği (KalDer) ve Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi’nin (TMOK) işbirliği ile İstanbul Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı’nda düzenlenen Sporda Kalite Sempozyumu’nda konuşan UEFA 1. Başkan Yardımcısı Şenes Erzik, Avrupa’daki futbol kulüplerini belirli bir standarta ulaşmak için UEFA’nın çalışmalar yaptığını ifade ederek, “Bu kulüplere kurumsal iletişimin önemini anlattık. Düzgün ve kaynağı güvenilir yatırımlara güven vermenin gerektiğini düşündük ve tüm faaliyetlerinin denetlenmesini istedik. UEFA Kriterleri Projesi birkaç kez ertelendi. Ancak, 2004-05 sezonundan itibaren UEFA kriterlerinin uygulanması lisans alan 52 ülkede uygulanacak” der.
UEFA kriterlerinin uygulanacağını, ancak bunun yanında etik ve fair play uygulamalarının çok önem taşıdığını anlatan Erzik, “Biz istediğimiz kadar disiplin uygulamalarını getirelim, etik ve fair play anlayışının vurgulanmadığı ortamlar olursa, burada federasyonların, UEFA’nın ve kulüplerin işi zor. Bana göre, etik değerlere kıymet veren, fair play anlayışıyla yürümesi gereken ve futbolda kalite anlayışını ortaya koyan proje, UEFA Kriterleri Projesi’dir” diye konuşur.
Aziz Yıldırım 24 Mayıs 2004 tarihinde Fenerbahçe TV’de Yalçın Türk’ün sorularını yanıtlar. Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin’in, futboldaki şike ve teşvik primi iddialarıyla ilgili olarak tüm kulüplerin yöneticilerini bir araya getirdiği toplantıya değinen Yıldırım, “Bakan bizi çağırdığı zaman Haluk Ulusoy istifa etmeliydi. Üç senedir oynanan oyunları ve tezgahları çıkarın. Özellikle bu sezon rezillik” der.
Yıldırım, sözlerini şöyle sürdürür:
“Ben diyorum ki, federasyon adalet dağıtmalı. Bunun dışında bir şey söylemedim. Ben dört yıldır aynı şeyleri söylüyorum. Bu federasyonla bunların olmayacağını söylüyorum. Bu sezon yaşananlara el koymalıydı. Bunu yapamıyorsa da istifa etmeliydi. Eğer bu olmuyorsa devlet el koysun dedim.
Fenerbahçe’de Divan Kurulu seçimi var, Haluk Ulusoy içinde. Fenerbahçe kongresinde bana karşı aday çıkacak, gidiyor onlarla görüşüyor. Galatasaray’da bir aday, Trabzonspor’da bir aday destekliyor. Çıksın ‘yalan söylüyor’ desin. Ama diyemez. Haluk Ulusoy’un bu tavrını değiştiremezsiniz. Federasyonu istedikleri gibi yönetiyorlar. Ama kulüpler de bundan memnun. İstediklerini yaptırıyorlar. Ben Fenerbahçe için değil, Türk futbolu için konuşuyorum. Yarın bahisler oynanacak. Büyük paraların döndüğü yerde başka büyük olaylar çıkacak. Yoksa benim Haluk Ulusoy ile şahsi hiçbir meselem yok. Federasyon Türk futbolunu batağın içine çekmiştir.
Bakan Şahin ile yapılan ben, G.Birliği Başkanı İlhan Cavcav ve A.Gücü Başkanı Cemal Aydın’dan başka konuşan olmadı. Herkes mutlu gibi görünüyor ama, herkes dışarıda başka konuşuyor.
Havuzun devam etmesinde herkesten çok benim payım var. Biz havuzu bozmak istemiyoruz. Biz, ‘Fenerbahçe’nin hakkını verin’ diyoruz.”
TBMM, mafya, çete eleştirileri arasında Futbol Federasyonu yeni yasasını 26 Mayıs 2004 tarihinde kabul eder. Yeni yasaya göre Futbol Federasyonu başkanları için dil bilme ve üniversite mezunu olma şartı aranmazken, CHP’nin bu yöndeki önergesi TBMM’de kılpayı oyla reddedilir.
Yasanın en çok ilgi çeken bölümü, Futbol Federasyonu Başkanlarının ‘yüksekokul mezunu ve dil bilen’ kişilerden seçilmesidir. CHP, iki ayrı önerge vererek, ‘başkanın yüksekokul mezunu ve İngilizce, Fransızca ve Almanca’dan birini iyi derecede konuşma zorunluluğu’ getirilmesini ister.
CHP’li Ahmet Ersin konuşmasında Alaattin Çakıcı dokundurması yaparak, şunları söyler:
“Sayın bakan Alaattin’in lambasından çıkan cini görene kadar, futbola mafya bulaştığını kabul etmedi. Koruma ordusunun arkasından başını uzatıp, korkmayın demek kolay. Bu ülkede futboldaki mafyayı yazan spor yazarları silahlı saldırıya uğruyor. Failleri aramızda geziyor. Devlet bu gruplara karşı aciz kaldı. İstanbul Teksas’a döndü, o emniyet müdürü de, o bakan da hala koltuğunda oturuyor.”
YASA NE GETİRİYOR
- Federasyon Genel Kurulu’nun üye sayısı 106’dan, 215’e çıkarıldı. Federasyon başkanları, en fazla iki dönem seçilebilecek. Milli maçlar şifreli yayınlanmayacak.
- Liglere Avrupa ülkelerinde olduğu gibi sponsorların isimleri verilebilecek.
- Genel Kurul, 4 yılda bir futbol liglerinin tescil tarihinden itibaren en geç 45 gün içinde, Mali Genel Kurul ise her yıl haziran ayında, Yönetim Kurulu’nun belirleyeceği tarihte olağan olarak toplanacak.
- Başkanın görev süresi 4 yıl olacak, başkan seçimi, genel kurulda yönetim kurulunun 14 üyesinin seçiminden önce yapılacak.
- Yönetim kuruluna, liglerin isimlerini ve iki başkanvekilini belirleme, sporculara doping kontrollerini yaptırma, sporda şiddetin önlenmesi için gerekli tedbirleri alma ve aldırma yetkileri de verildi.
- Tahkim kurulu, 5 asıl, 5 yedek hukukçu üyeden oluşacak. Tahkim Kurulu üyeleri 4 yıl için genel kurulca seçilecek. 2 asıl ve 2 yedek üye üniversitelerin hukuk fakülteleri ile spor yüksek okullarında görev yapan hukukçu öğretim üyeleri arasından seçilecek.
- Milli karşılaşmalarda protokol tribünü, federasyon tarafından düzenlenecek. Türkiye futbol liglerinin isim haklarından elde edilen gelirlerin yüzde 35’i Üçüncü Lig, yüzde 25’i 2. Lig kulüplerine eşit olarak dağıtılacak. Kalan yüzde 40’lık kısım ise federasyon payı kesildikten sonra en üst lige katılan kulüplere yine eşit dağıtılacak.
Ulusoy 29 Mayıs 2004’de Samsun’da, kendi adının verildiği alt yapı tesislerinin açılışında Merkez Hakem Kurulu (MHK) Başkanı’nı bundan böyle Futbol Federasyonu Genel Kurulu üyelerinin belirleyeceğini belirterek, “Daha önce MHK Başkanı’nı biz atıyorduk. Ben Kulüpler Birliği’ne ‘Aranızdan birini seçin, onu başkan yapın’ dedim. Ben herkesle çalışırım. Kendime güveniyorum. Kimse hakem hataları yüzünden benim aileme dil uzatmasın. Ulusoy ailesine dil uzatanların dilini keserler. Kimse haddini aşmasın. Benim de sinirlerimi bozmasın” der.
Yabancı sayısı konusunda kesin noktayı geçen yıl koyduklarını hatırlatan Ulusoy, “Önümüzdeki sezon yabancı sayısı 6 olacak. Bir sonraki yıl da 5’e indirilip dondurulacak. Benim olduğum yerde yabancı sayısı 7 olmayacak” diye konuşur.
Ulusoy, havuz sistemi konusunda, “Kendisini havuzun dışına itmek isteyen, ya da daha fazla pay isteyen İstanbul’daki bir kulübümüz bunu aklının ucundan bile geçirmesin. Benim olduğum yerde bu kesinlikle olmaz. Büyük kulüpler zaten yeteri kadar para kazanıyor” diyerek, Fenerbahçe’ye gönderme yapar. Ulusoy, Türkiye liglerinde şike ve şaibenin olmadığını da sözlerine ekler.
Ulusoy’un Fenerbahçe’ye saldırısı bitmez. Ertesi gün Trabzonspor Kulübü’nü ziyaret ederek Başkan Atay Aktuğ ile görüşen Ulusoy, burada basın mensuplarıyla yaptığı sohbette şunları söyler:
“Federasyon başkanı her işi karışıyor, diyorlar. Nasıl bir karışma ise son 4 yıl içinde 2 kere şampiyon oluyorsunuz. Geçmişte ‘Fenerbahçe Kulübü başkanı isterse federasyon başkanı gider’ dediler. Ben 7 yıldır oturuyorum, beni yollayamadılar. Güçleri de yetmeyecek benim buradan gitmeme. Geçmişte federasyon başkanlığı yapan Şenes Erzik ve Abdullah Kiğılı’nın gitmesinde en büyük rolü de Fenerbahçe Külübü üstlenmiştir. Yani Fenerbahçe Kulübü kendi içinden çıkan insanlara dahi iyi gözle bakmamıştır.”
HALUK ULUSOY DOSYASI – 10
Her devrin teranesi: Küfür eden yandı…
02 Ağustos 2001 tarihinde 41. Uluslararası Hakem Seminerine katılan Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy, “Maçlarda küfürlü ve çirkin tezahürat durumunda hakem müsabakayı tatil edebilecek” der.
Futbol Federasyonu Merkez Hakem Kurulu’nun (MHK) düzenlediği 41. Uluslararası Hakem Semineri Kuşadası’nda [evet, yine Kuşadası… Bilin bakalım hangi otel?] başlar. Seminere katılan UEFA Asbaşkanı ve FIFA Hakem Kurulu Başkanı Şenes Erzik, hakemlikte profesyonelleşme yolunda çalışmaların sürdüğünü, son 2 yılda Türk hakemliğinde önemli adımlar atıldığını söyler.
Yeni sezonda iki önemli konuya kulüplerin dikkat etmesi gerektiğini vurgulayan Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy, şunları söyler:
“Birincisi maçlarda küfürlü ve çirkin tezahürat durumunda hakem müsabakayı tatil edebilecek. Bu durumda çirkin tezahüratı yapan taraftarın takımı hükmen yenik sayılacak. İkincisi de sahaya yabancı madde atılması ve buna engel olunamaması halinde o kulübe müsabakalardan men cezası gündeme gelecek.”
Elbette böyle bir uygulama asla olmaz. Hatta ilerdeki tarihlerde puan silme sınırına gelenler olunca alelacele kurallar dahi değiştirilir. TFF’nin küfürü engelleme yolundaki kararlılığı ve inandırıcılığı Çarşı grubunun küfürü engellemekteki kararlılığı kadardır ancak.
14 Ağustos 2001’de Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü’nün suç duyurusu üzerine hakkında başlatılan soruşturma takipsizlik kararı ile sonuçlanan Federasyon Başkanı Ulusoy için bir üst mahkeme yargılama kararı alır. İtiraz üzerine dosyayı inceleyen üst mahkemenin takipsizlik kararını kaldırması üzerine Ulusoy hakkında TCK 526 uyarınca yetkili merciilerin emirlerine uymamaktan 3-6 ay hapis istemiyle dava açılır.
Davalar ve kavgalar sezonuna her nasılsa biraz ara verilir. Ortam bir süre boyunca göreceli olarak daha sakinleşir.
29 Ocak 2002’de hakem hatalarının bariz şekilde artması ve bir takımın kollanması üzerine Fenerbahçe Asbaşkanı Mahmut Uslu “Düdükler Kadıköy’de başka çalıyor, Ali Sami Yen’de başka. Sonra da, ‘G.Saray’ın ihtiyacı yoktu’ deniyor. İnsaf!” çıkışını yapar.
G.Saray’ın ligin daha ikinci maçında feryat ettiğini ve ikinci başkan Fatih Altaylı’nın, “Bu hakemlerle Fenerbahçe şampiyon olur” açıklamasını yaptığına dikkat çeken Uslu şunları söyler;
“Herhalde Altaylı kulüpleri şaşırdı. Fenerbahçe yerine Galatasaray bu hakemlerle şampiyon olur demeliydi.
Hakem atamalarına bakın; 2 takımın maçlarına FIFA kokartlı hakem atanıyor, diğer takıma ise acemi hakem. Haluk Ulusoy, bize, ‘Haklısınız ama artık hata olmayacak’ sözünü verdi. Biz de sustuk. Ama hatalar bitmiyor. Şimdi hakem atamalarının değiştirildiği iddiaları var. Bunun yanıtını kim verecek?
Devletin hangi takımı tuttuğu da belli oldu. Başbakan Yardımcısı, Feredasyon Başkanı ve MHK Başkanı hep G.Saray’ın maçlarındalar. Fenerbahçe’nin, Anadolu takımı olduğu bir gerçek. Ama bu kadar da hor görmesinler. Niye Fenerbahçe’nin maçlarına gelmiyorlar?”
Mahmut Uslu derin devlet destekli proje takımı Dinamosaray’ı açıkça işaret etmektedir, ama diğer kulüpler ya işlerine geldiğinden, ya da korkutulup sindirildiklerinden ses çıkartmamaktadırlar.
Ulusoy 31 Ocak 2002’de hakemlere yönelik eleştirilere sert tepki gösterir: “Hakem camiamız çok saygın bir kuruluştur. Onlara her saat dil uzatanlar Allah’tan bulsunlar.”
Ulusoy böyle der demesine de “hakemlere dil uzatanlar”ı Allah’a havale etmek yerine tetikçi hakemleri, PFDK’sı ve Tahkim’i ile kendisi cezalandırmaktadır.
20 Şubat 2002’de polis, futbol camiasını sarsan şike skandalına karışanları tek tek gözaltına almaya başlar. Şike çetesinin başı Susurlukçu Ali Fevzi Bir’in talimatıyla hakemlere kadın bulduğu iddia edilen Dilek Uzun ve 9 kişi gözaltına alınır.
Polisteki sorgularında kadınların “Evet bazı hakemlerle birlikte olduk” dedikleri öne sürülür. Organize Suçlar Şube Müdürlüğü ekiplerince yakalanan Dilek Uzun ile birlikte 22 yaşındaki kız kardeşi Derya Uzun, ağabeyi Hacı Uzun da gözaltına alınır. Dilek Uzun’un ifadesinin ardından, hakemlere gönderildiği iddia edilen Tuğba Demirtaş, Unzile Eyici ile Çiğdem Balıkçı da evlerinden alınarak şubeye getirilirler. Gözaltına alınanlar arasında, İtalya’ya kaçan Ali Fevzi Bir’in koruması Ahmet Topal ve şoförü Ömer Nalıncı ile şike çetesinin içinde yer aldığı bildirilen Ömür Şevket Alpınarlı da bulmaktadır.
Hazır laf buraya gelmişken, Ulusoy’dan bağımsız ama kirli dönemin bariz bir örneği olarak şu şike dosyasını Ecevit Kılıç’ın Kirli Kramponlar kitabından alıntılayayım:
Futbolun karapara aklama dışında bir de bahis boyutu var. Yurt içinde, özellikle yurt dışında maçların sonuçlarına göre bahisler oynanıyor. Ortada trilyonlarca lira dönüyor. Aslında şike gerçeği futbolda kurumsallaşmış durumda. Ancak, yetkili ağızlar, şike gerçeğini bugüne kadar hep inkar ettiler, yok dediler.
Ama İstanbul polisinin istanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne yaptığı bir başvuru, yıllardır örtbas edilen şikeyi gözler önüne serdi. İstanbul polisi, Susurluk davasında 4 yıl ağır hapis cezasına çarptırılan Ali Fevzi Bir’in lig maçlarında şike yaptığı duyumunu alıyor. Son yıllarda çetelerin korkulu rüyasi haline gelen dönemin Organize Suçlar Şube Müdürlüğü, Bir’in telefonlarını dinlemek için İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı’na başvuruyor. Telefonların dinlenmesi yanısıra Bir’i tam anlamıyla izlemeye alan polis, Bir’in çete oluşturarak, maçların istediği gibi sonuçlanmasını sağladığını tespit etti. Daha sonra da bu telefon görüşmelerinin kayıtları, delilleri ve diğer tüm belgeleri dosya haline getirdi.
Bu dosyaya göre Ali Fevzi Bir, Türkiye’deki futbol maçları üzerinde Avrupa’da bahis oynuyor. Karşılaşmaların istediği gibi sonuçlanması için hakem Sadık İlhan ve kadın pazarlamacısı Dilek Uzun ile işbirliği yapıyor. Ayrıca Bir’in arkadaşı olan teknik direktörlerin takımlarının kazanması için de Sadık ilhan ve Dilek Uzun devreye giriyor. Sadık İlhan, hakemlerle konusup maçların Bir’in istediği gibi sonuçlanmasını sağlıyor. Dilek Uzun da hakemlerle birlikte olarak ya da birlikte olacak kadınları ayarlayarak yardımcı oluyor. Kadın satıcısı Dilek Uzun’un poliste verdiği ifade, çeteci Ali Fevzi Bir, hakemler ve teknik direktörler arasındaki kirli ilişkileri tamamen açığa çıkarıyordu.
“Para karşılığı fuhuş yapıyorum. 1.5 yıl önce 4. Levent’te Semiha Yıldız adlı kişiyle birlikte ev kiraladım. Semiha Yıldız beni Aliço lakaplı Ali Fevzi Bir ile tanıştırdı. Benim tanıştığım dönemde Kıbrıs’ta kumarhanecilik yapıyordu. Bir gün Aliço telefonla beni aradı. Bana ‘Yanına 3 kız al ve Taksim’deki Euro Plaza Oteli’ne gel’ dedi. Ben, kardeşim ve Tuba Demirtaş otele gittik. Otelin restoranında Aliço, hakemler Sadık İlhan, Cafer Kuştepe, Hasan Serdar Çakıroğlu ve Volkan Uymankuy vardı. Sonra Semih adlı kişi bir kız daha getirdi. Ben hemen kızların erkeklere göre dağıtımını yaptım. Buna göre ben Sadık İlhan’la, tanımadığımız kız Volkan Uymankuy’la birlikte olacaktı. Hasan Serdar Çakıroğlu ertesi gün erkenden kalkacağını bahane ederek kimseyle birlikte olmak istemedi. Kardeşim Derya, Tuba ve hakem Cafer Kuştepe grup seks yapacaklardı. Daha sonra herkes odasına çıktı. Aliço cebinden para çıkarttı ve kişi başına 300 dolar parayı bana verdi ve otelden ayrıldı. Ben de kızların parasını dağıttıktan sonra Sadık İlhan’ın yanına gittim. Sadık İlhan’la cinsel ilişkiye girdim. 2 saat sonra otelden ayrıldık. Aliço 1-2 hafta sonra yeniden aradı. Yanına 4-5 bayan arkadaşını al aynı otele gel dedi. Ben de kızları alıp otele gittim. Otelde Aliço, hakemler Sadık İlhan, Kenan Nurhan Altınsaat, Ferhat Gündoğdu ve Kenan Koçak vardı. Bu kez kızların erkeklere dağılımını Sadık İlhan yaptı. Ben yine Sadık İlhan ile birlikte oldum. Biz otel görevlileriyle hiç muhatap olmuyorduk. Doğrudan Ali Fevzi Bir’in yanına gidiyorduk. Otele girişimizle ilgili herhangi bir kayıt tutulmuyordu. Duyduğum kadarıyla Aliço benim gibi Ebru Güzel, Ebru Sancı ve Pınar adlı bayanları da arıyordu. Bu kadınlardan da benden istediği gibi futbol hakemleriyle ilişkiye girecek bayan istiyordu. (Dilek Uzun’un İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar Şubesi’ndeki 22.02.2002 tarihli ifadesi)
Polis işlem yapılması için dosyayı önce telefon dinleme izni veren İstanbul Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcılığı’na götürdü. Ancak çete suçları DGM’lerin görev alanından çıkartıldığı için dosya Kadıköy Savcılığı’na gönderildi. Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığı hakemlere kadın sunulan otelin Taksim’de olması nedeniyle dosyayı Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcısı’na gönderdi. Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığı da görevsizlik kararı vererek tekrar Kadıköy’e verdi. Böylece istemeyerek de olsa şike sorusturmasıni yürütmek zorunda kalan Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığı, Sadık İlhan’ı çıkar amaçlı suç örgütü, rüşvet almak suçlarından tutukladı. Dosya, savcıların bakmak istememesi nedeniyle uzun bir süre adliyeler arasında dolandığı için çetenin lideri Ali Fevzi Bir yurtdışına kaçmıştı. Bir hakkında gıyabi tutuklama kararı veren savcılık, ardından Bir, İlhan, teknik direktörler Samet Aybaba ve Erdoğan Arıca’nın da aralarında bulunduğu 11 kişi hakkında dava açtı. Ancak, Bir ve İlhan bir süre sonra tahliye edildi.
Kadıköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nın hazırladığı davanın iddianamesi ilginç tespitlerle doluydu. Buna göre Gençlerbirliği Teknik Direktörü Erdoğan Arıca ile Ali Fevzi Bir arasında bir telefon görüşmesi yapılıyordu. Arıca, takımının düşme hattında bulunduğunu, bu durumdan kurtulabilmek ve çıkışa geçebilmek için bir maçı kazanmaları gerektiğini ve Bir’den maçtan galip gelmelerini sağlayacak bir hakem ayarlamasını istiyordu. Bir de Sadık İlhan’i arıyordu. İlhan da bu işi para karşılığında Sabahattin Bitirim’e yaptırabileceğini söylüyordu. Bir, tekrar Erdoğan Arıca ile görüşüp, gereken paranın verilmesi koşuluyla, Sabahattin Bitirim üzerinde Sadık İlhan ile mutabakata varıyorlardı. Bu görüşmeden bir süre sonra oynanan ve hakem Sabahattin Bitirim’in yönettiği
Samsunspor – Gençlerbirliği maçını, Gençlerbirliği 2-0 kazanıyordu. Yani maç, şike çetesinin istediği gibi sonuçlanmıştı. Gaziantepspor Teknik Direktörü Samet Aybaba ile Ali Fevzi Bir arasında yapılan telefon görüşmesinde ise Aybaba, Gaziantepspor’un galibiyeti için yardım talebinde bulunuyordu. Bu görüşmeden sonra İstanbul’da Göztepe – Gaziantep maçı yapılıyor ve maçın hakemleri ise Sadık İlhan, Kenan Kozak, Nurhan Altınsaat ile Ferhat Gündoğdu oluyordu. Maçtan bir gün önce bu hakemler Taksim’deki Euro Plaza Oteli’nde Ali Fevzi Bir’in temin ettiği kadınlarla birlikte oluyorlardı. Kadın satıcısı Dilek Uzun, ifadesinde bu olayı ayrıntısıyla anlatıyordu. Bu maçı Gaziantepspor 3-1 kazandı.
Çete lideri Ali Fevzi Bir ile hakemler, teknik direktörler ve kadın satıcısı Dilek Uzun arasındaki telefon görüşmeleri incelendiğinde maçlarda şike yapıldığı açıkça ortaya çıkıyor. Sohbetler, Yesilçam’ın o unutulmaz repliklerini solda sıfır bırakacak nitelikte. Siz de okuduğunuzda hayretler içinde kalacaksınız. Çünkü, büyük zevkle izlediğimiz futbol maçlarının sonuçlarının önceden ayarlandığını, hakemlerin düdüklerinin bahis ve para için çaldığını ve hatta hangi maçı hangi hakemin yöneteceğinin çete lideri Ali Fevzi Bir tarafından belirlendiğini göreceksiniz.
Gençlerbirliği Teknik Direktörü Erdoğan Arıca ile Ali Fevzi Bir arasında 10 Aralık 2001 günü saat 14.53 ve 15.02’de yapılan telefon görüşmesi:
Arıca: Efendim…
Bir: Erdoğan…
Arıca: Efendim abi…
Bir: Eski o Zeynel Abidin Gökçe’nin oğluymuş da o.
Arıca: Hıı.
Bir: Şey ilgilenecek il hakem kurulunun yardımcısı var İstanbul’un.
Arıca: Evet abi.
Bir: O ilgilenecek, yarın öğleden sonra ararım seni dedi.
Arıca: Tamam abiciğim.
Bir: Genç çocuk öyle fazla da bir şey
Arıca: Fazla da bir sıkıntı olmaz zaten yapamaz ama dedi, şey dedi. Ben bu hafta tam kadro çıkacağım, bir iki eksiğim var ama tam kadro çıkacağım.
Bir: Yok yani kulağa mesaj veririz dedi.
Arıca: O tabi canım ama mesaj gitti onlara, öteki taraftan mesaji gönderdim haberin olsun.
Bir: Tamam ama ona değil başkana göndericen.
Arıca: Ben patrona mesaj gönderdim, Ankara’ya gittim, oradan arattırdım onu.
Bir: İyi tamam, o zaman isimle iste artık.
Arıca: Bilmiyorum artık, yani benim önümüzdeki hafta sıkıntım var, Kırşehir’e gideceğim, onlar da baya heyecanlı.
Bir: Kırşehir’e…
Arıca: Kırşehir’e gideceğim, bu haftayı ben geçerim de abi yani büyük bir sıkıntı olmazsa önümüzdeki haftayı geçmem lazım.
Bir: Alsınlar Ankara’dan versinler işte.
Arıca: Pazartesi veya salı günü açacağım, konuşacağım, onların maçı ne zaman milli takımın maçı ne zaman?
Bir: Yarın.
Arıca: Yarın mı, o zaman pazartesi günü döner onlar, ulaşırım ben onlara.
Bir: Tamam.
Arıca: Bir sıkıntı olursa ararım ben seni.
Bir: Hayatta yapmam, bu işi sırf senin için yapıyorum.
Arıca: Teşekkür ederim.
Bir: Bak rezil oluruz ağabey, rezil.
Arıca: Hiç kimse bilmez, bir sefere ihtiyacım var.
Bir: Bak rezil oluruz.
Arıca: Tamam.
Bir: Arpa verilecek bu adama.
Arıca: Hıı.
Bir: İsmi siz aratacaksınız, ona karışmam.
Arıca: Hı.
Bir: Çünkü yani senin o patronun dandik.
Arıca: Evet.
Bir: Onun, ben onun yerinde olsam a…. koyayım Türkiye ile gırgır geçerim.
Arıca: Ya o adam da hiç bizim bildiğimiz gibi bir adam değil Aliço, bir tanısan adamı yani Türkiye ile gırgır geçecek bir adam da şimdi korkmuş ürkek yani, zavallı bir durumda, başkan öyle bildimiz bir başkan değil şu anda.
Bir: Yani herif gelecek, tırpanı vuracak, ben bi şimdi ben araya birini soktum arkadaşını.
Arıca: Hı.
Bir: Yani bunlar arpayı alır, yanı arpayı aldığını biliyorum da yani ben arpayla böyle şeye girmek istemem.
Arıca: Arpayla ben de girmek istemiyorum Aliço yani.
Bir: Anladın mı?
Arıca: Bu çok…
Bir: Şimdi sana bir şey söyleyeyim, senin bölgen uymuyor, bölgen uysa…
Arıca: Hı.
Bir: Ankara olsa…
Arıca: Ankara.
Bir: Dört beş tane orada var, benim canım ciğerim, derim ki böyle bak mesela bu hafta tesadüf Coşkun’un maçına benim en iyi arkadaşım gitti, söyledik.
Arıca: Evet.
Bir: He bayağı memnun kalmış, Sakarya-Altay maçına…
Arıca: Evet.
Bir: Şeye burada Antep maçında benim canım ciğerim var.
Arıca: Evet.
Bir: Şimdi…
Arıca: Senin canın ciğerin kim abi, onu bize yollasan da bize kıyak yapsın.
Bir: Olmaz olmaz, senin bölgende.
Arıca: Senin bölgende…
Bir: Yok senin bölgende o, aynı yere vermiyorlar.
Arıca: He öyle demek.
Bir: Veremezler, verseler şimdi bir tane var.
Arıca: Hı. Şimdi onları aradım ki bir tane bana dedim isim söyleyin dışarıdan.
Bir: Tamam mı, İstanbul’da var, şimdi hatır için olan şey yapacak anladın mı, bir iki tane pozisyon geçer abi, işi arpayı alacak, işi de verecek abi.
Arıca: Arpa ne abi, arpa devirsin de arpayı ben beceremem ki abi, kulüpten birine söyleyeceğim de o, bilemem, bu işler Ali, rezil oluruz adımız.
Bir: Rezil oluruz.
Arıca: Yani adımız.
Bir: Ben de onu söylüyorum.
Arıca: Adımız karışırsa yani…
Dönelim kendi konumuza yeniden…
20 Şubat 2002’de Devlet Bakanı Fikret Ünlü, basına yansıyan şike iddialarıyla ilgili olarak yaptığı yazılı açıklamada, “Şike olayının varlığının ve olaya karışan sorumluların adli mercilerce tespiti halinde, bu kişilerin spor alanlarından uzaklaştırılması için haklarında gerekli her türlü işlem için gerekeni yapacağımızdan hiç kimse kuşku duymamalıdır” der.
Şike çetesi iddiasında adı geçenlerin, 28 Şubat Perşembe gününe dek savcılığa ifade verecekleri açıklanır. Genelkurmay Başkanlığı Futbol Federasyonu’na bir yazı göndererek, “şike çetesi” iddianamesinde adı geçen asker kökenli hakemlere soruşturma sonuna dek görev verilmemesini ister.
Asker kökenli hakemlerden Sadık İlhan’ın 2 ay önce emekli olduğu, Ali Uluyol, Sabahattin Bitirim ve Harun Yiğit’in ise sivil mahkemelerde sorgulanamayacağı için Ankara’da askeri mahkemede ifade verecekleri kaydedilir.
Şike Dosyası’nda adları geçen futbol hakemlerinden Sebahattin Bitirim, Ali Uluyol ve Harun Yiğit 26 Ocak 2002’de Kadıköy Adliyesi’nde savcılara ifade verirler.
Şike çetesi kurduğu iddiaları ortaya atılan Susurluk davası sanığı Ali Fevzi Bir ile telefon görüşmeleri yaptıkları belirlenen Gaziantepspor Teknik Direktörü Samet Aybaba ve Gençlerbirliği Teknik Direktörü Erdoğan Arıca da Kadıköy Adliyesi’ne ifade verirler.
Tüm bu ifadeler vs bir şeye yaramaz. Sadık İlhan ve Ali Uluyol’un kısa süreli tutuklulukları dışında hiçbir sonuca ulaşılamaz “nedense”…
2002 yılında da TFF cenahında fazla bir değişiklik olmamış, Galatasaray lehine maç ertelemeleri devam etmektedir.
16 Mart 2002’de Galatasaray ile Trabzonspor arasında oynanması gereken Türkiye Süper Ligi karşılaşması Futbol Federasyonu tarafından ileri bir tarihe ertelenir. Trabzonspor Kulübü Başkanı Özkan Sümer, “Galatasararay açıktan açığa kollanmaktadır. Kimse bize sormadı. Karar bize yapılmış bir saygısızlık ve haksızlık” der.
Karara Trabzonspor, Fenerbahçe ve Beşiktaş cephelerinden büyük tepki gelir.
Fenerbahçe Basın Sözcüsü Atilla Kıyat, “11 Eylül olaylarında bizim Leverkusen maçımız ertelendiğinde fikstür sıkışmıştı. Federasyona başvurduğumuzda ‘Ertelemeyi kaldırdık’ demişlerdi. Futbol Federasyonu’nu şaibe altında olmaktan kimse kurtaramaz” açıklamasını yapar.
Asbaşkan Mahmut Uslu ise “Artık Roma’da soyunma odalarında ertelenme kararları alınıyor. Haksız rekabet oluyor” demektedir.
Beşiktaş cephesi de erteleme kararına tepki gösterir. Asbaşkan Yıldırım Demirören, “Biz, Denizlispor’la Türkiye Kupası maçı oynadıktan sonra cumartesi günü G.Saray’ın karşısına çıktık. Biz nasıl erteleme talep etmediysek, rakiplerimizin de öyle yapması gerekir. Ligde çifte standart istemiyoruz. Eğer böyle bir karar alınıyorsa, diğer maçların da ertelenmesi gerekirdi” der.
En ağır eleştiri Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’dan gelir. Aziz Yıldırım şunları söyler:
“G.Saray’ın Şampiyonlar Ligi maçları milli dava değildir. Bunu milli dava gibi düşünmek büyük hata olur. Erteleme kararıyla bütün ligi alt üst ettiler. Haluk Ulusoy’un keyfi hareketi devam ediyor. Kraldan çok kralcılık yapıyor. Sıkıştığı zaman Kulüpler Birliği’ni toplantıya çağırıyor.
Futbol Federasyonu ve Haluk Ulusoy sadece G.Saray Kulübü’nün başkanı değildir. Ulusoy, eşit hizmet vermek istiyorsa G.Saray formasını üzerinden çıkarmalıdır.
Şampiyonu kendi tayin etme yoluna gidiyor ki, bu çok tehlikelidir. Hata yapan kulüp yöneticileri yerine kendilerini Ceza Kurulu’na vermeleri gerekir.
Roma maçı öncesi duyumlar aldık. Futbol Federasyonu Başkanı’nın maçı tehir edeceğini deklare ettiğini duyduk. Federasyon, bize erteleme kararının, başkan gelince toplantıyla alınacağını söyledi. Ama Haluk Ulusoy kararını havalimanında açıklayıp, evine ya da başka bir yere gitti. Ulusoy’un dudağından beklenen iki kelimeyle maç ertelendi. Özerk Futbol Federasyonu’nda amaç, kişilerin ve devletin, federasyon üzerindeki baskısının kalkmasıdır. Özerklik Haluk Ulusoy’un başkanlığına kadar başarıyla yapılmıştır. Özerk olarak yürütme maalesef kişiye bağlı hale geldi. Bu çok tehlikeli.
Geçen sene de aynı oyunlar oynandı. Dünya Kupası nedeniyle ligi öne çektiler, ‘erteleme olmayacak’ dediler.
Fenerbahçe, zamanında Portekiz’de Guimares ile maç yaptığı zaman joplandı, dayak yedi, Türkiye’ye döndü, yine de maç ertelenmedi. Geçen yıl başvurumuza rağmen maçımız ertelenmedi. Barcelona hafta sonunda Real Madrid ile oynayıp, Türkiye’ye gelecek. Bundan kulüpler zararlı çıkar. 8-10 kulüp düşmemek, 3 kulüp şampiyonluk, diğerleri de UEFA kupasına katılmak için mücadele veriyor. Bütün lig alt üst olacak. Peki Galatasaray, Barcelona’yı yenip, çeyrek finale kalırsa ne olacak? Maçlarını yine mi erteleyecekler? Galatasaray kalan maçlarını lig bitince mi oynayacak?
Dünyanın hiç bir yerinde böyle bir olaya rastlayamazsınız. Ulusoy’un yıprattığı Merkez Hakem Kurulu’nun durumu ortada. İstifa etmek ya da genel kurul yapmak zorundadır.
Artık biz de iyi niyetli hareket etmeyiz. Genel kurul için gerekeni yapacağız. Devlet kademeleri de oyunları görüp tavır almalı. Galatasaray turu geçerse Futbol Federasyonu çok zorda kalacak. Bu olayda asıl mağdur olan Trabzonspor’dur. Diğer kulüpler de sesini, tavrını göstermelidir. İkinci, Üçüncü liglerde de aynı sıkıntılar yaşanmaktadır. Ulusoy’u maça davet ettik, Fenerbahçe Stadı’na gelmedi. Biz misafirlerimize sahip çıktık, yine çıkarız.”
Beşiktaş Kulübü İletişim Komitesi Başkanı Mete Düren ise, Futbol Federasyonu’nun, Trabzonspor-G.Saray maçını erteleyerek, yetkilerini aştığını söyler. Düren, erteleme kararının Kulüpler Birliği’ne danışılıp ortak bir görüşle alınması gerektiğini savunarak şunları söyler:
“Federasyon, verdiği bu kararla Türk futbolunu ve G.Saray’ı Avrupa futbol otoriteleri gözünde küçük düşürmüştür. G.Saray ile birlikte Şampiyonlar Ligi’nde mücadele eden 15 takımın bu hafta oynayacağı maçlardan hiçbiri ertelenmemiştir. Bu erteleme, Galatasaray’ın ‘Biz bu büyüklükteki takımlarla başedemiyoruz’ şeklindeki aczini ifade ettirmektedir”
Haluk Ulusoy’un ilk yanıtı sözle olur, sonrasında cezalandırma gelecektir:
“Galatasaray forması ile Anadolu’daki kulüplerimizin forması, eforu, teri, bizim için eşittir. Bugün beni istifaya davet edenler, kendi güç sınırlarını zorlayıp daha önce Genel Kurul önünde kaybedenlerdir. Onları bir kez daha Genel Kurul’un iradesine saygıya davet ediyorum. Bu ülkede ne zaman doğru ve yararlı bir iş yaptıysak, geçmişteki hesapları hala kapatmamış kişi ve grupları karşımızda, bize iftira atarken bulduk.
Bizi, ‘Galatasaray’ın uydusu’ olarak değerlendirenler, Galatasaray’ın geçmişte federasyona yapılan ve reddedilen taleplerini incelediler mi? Fenerbahçe bizim dönemimizde şampiyon olmadı mı? Fenerbahçe Kulübü, pankartlarla beni kınama yürüyüşü yaparken, kaybedilen her maçta bana ve başkanı olduğum federasyona küfür ederken, biz Fenerbahçe Kulübü ve Başkanı’na eşit yönetim anlayışımız doğrultusunda daima kucak açmadık mı?
Galatasaray, içinde bulunduğu koşullarla erteleme kararını haketmiştir. Bugün Türkiye’nin, UEFA ülkeler sıralamasında elde ettiği yedincilikte en büyük pay Galatasaray’a aittir. Türk takımlarının topladığı 32 puanın 19’unu Galatasaray kazandırmıştır. Bu bakımdan kararımız doğrudur.
Bu ülkenin bir takımının uluslararası alanda sürdürdüğü mücadeleyi ‘milli bir dava’ olarak görmeyenler, kendi milliyetçiliklerini sorgulamalıdır. Milli olarak gördüğümüz bu davanın sonuna kadar arkasında, yanında ve içinde olacağız. Bu ülkede şiddete, tribün terörüne yol açacak, futbolu başka arenalara çekecek her türlü beyanata karşı yasanın bize verdiği yetkiye ve talimatlara göre yanıt vereceğiz. Gerekirse ceza uygulayacağız. Biz sadece Genel Kurulumuz’a karşı sorumluyuz ve sadece ona hesap veririz.“
Hemen arkasından, 20 Mart’ta da Aziz Yıldırım disiplin kuruluna sevkedilir.
Futbol Federasyonu Hukuk Kurulu, Trabzonspor-Galatasaray maçının ertelenmesinden sonra, Futbol Federasyonu ile başkanı Haluk Ulusoy hakkında medyaya açıklama yapan Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım, yöneticilerden Mahmut Uslu, Murat Özaydınlı ile Trabzonspor Başkanı Özkan Sümer ve yönetici Serdar Bali’yi Disiplin Kurulu’na sevkeder.
28 Mart 2002’de Devlet Bakanı Fikret Ünlü, 2002 Dünya Kupası finallerinin ardından, uygun bir tarihte Futbol Federasyonu’nu olağanüstü genel kurula çağırmayı düşündüğünü söyler.
Yaşanan olaylarla ilgili olarak, asıl görevini yapması gereken kurumun genel kurul olduğunu ifade eden bakan Ünlü, “Başbakanlık Teftiş Kurulu’nu harekete geçirmek her zaman doğru olmaz. Kongre sadece görev değişikliği için toplanmaz. Futbolun problemleriyle ilgili esas görev genel kurulundur. Kamuoyuna yansıyan gelişmelerin tartışılacağı kongrenin, futbolumuza çok büyük katkısı olacağına inanıyorum. Esas olan, kamuoyunu genel kurul kararıyla tatmin etmektir. Bu oluşumun, yargı sürecine de önemli katkıda bulunacağına inanıyorum. Esas amacımız, yaşanan herşeyi, Dünya Kupası finalleri sonrasına ertelemek” der.
Tanıdık mı geldi yine?
2 Nisan 2002’de PFDK Aziz Yıldırım’a 4 ay ve Trabzonspor Başkanı Özkan Sümer’e de 1 ay hak mahrumiyeti cezası verir.
Futbol Disiplin Kurulu gerekçesinde, “Türkiye Futbol Federasyonu tüzel kişiliğine ve yaptığı görev nedeniyle Federasyon başkanına görsel ve yazılı yayın yoluyla ağır biçimde hakaret ettiği nedeniyle cezalandırıldığı” ifadelerine yer verir.
TFF elbette ki Yıldırım’ı yalnız bırakmaz. Fenerbahçe Kulübü Yönetim Kurulu Üyeleri Murat Özaydınlı 45 gün, Mahmut Uslu ise 1 ay hak mahrumiyeti alırlar.
Türk Futbolu’nun gündemine Aziz Yıldırım’ın Şeref Tribünü’ne oturup oturamayacağı girer bu cezalarla birlikte.
5 Nisan 2002’de Futbol Federasyonu’nun, Aziz Yıldırım’ın şeref tribününe alınmaması için GSGM’ye gönderdiği yazı ‘usul’ yönünden hatalı olduğu için iade edilir.
Gençlik ve Spor Genel Müdürü Kemal Mutlu, federasyonun gönderdiği yazının imza bölümünde bulunan ‘Genel Sekreter Aydın Torunoğlu Yerine’ ibaresinin kabul edilemeyeceğini belirterek, “Bu yazının bizzat Genel Sekreter tarafından imzalanması gerekirdi. Bu düzeltmeyi yarın (bugün) yapacaklarını umuyorum. Aksi halde Sayın Yıldırım’ın şeref tribününe girmemesi konusunda herhangi bir engel kalmaz” der.
Ulusoy 6 Nisan 2002’de “Aziz Yıldırım’ı ceza kuruluna sevkeden de, ceza veren de biz değiliz” der. TFF Başkanı’nın bu sözü enteresandır, zira Türkiye’de kimsenin bilmediği başka bir kurumun var olması gerekmektedir bunun için.
Gerçi Ulusoy federasyonun disiplin ve hukuk kurullarına hiçbir şekilde müdahele etmediğini ifade etmeye çalışmaktadır, ama daha önce kulüplere yaptığı baskıları bildiğimiz için pek de inandırıcı gelmemektedir sözleri.
Fenerbahçe’nin kendi dönemlerinde lig şampiyonu olduğunu hatırlatan Ulusoy, “Biz kupalarını vermeye gittik, ama yine hakaret dolu sözlerle karşılaştık. Fenerbahçe, 12 puan geriden gelerek yeniden şampiyonluğa ortak oldu. Eğer bir art niyet olsaydı böyle bir mücadele olabilir miydi?” der.
Türkiye’de herhangi bir kulübün başkanı istediği için federasyon başkanının değişmeyeceğini belirten Ulusoy, şöyle devam eder:
“Kulüpler Birliği’nde 18 kulüp başkanı genel kurulda gelip de bana ‘artık ayrıl’ derse, ben de köşeme çekilirim. Eğer bir kulübün başkanı istedi diye de federasyon başkanı değişecekse, bu ülkenin futboluna yazık. Ben, Avrupa’da başarı istiyorum. Şampiyonlar Ligi’nde 3 takımımızın da oynamasını istiyorum. Avrupa’da başarılara koşacak her takımın formasını giyerim ben. Bunu bir milli dava olarak gördüm.”
2002’de “Kulüpler Birliği’nde 18 kulüp başkanı genel kurulda gelip de bana ‘artık ayrıl’ derse, ben de köşeme çekilirim” diyen Ulusoy, 2007’de 18 değilse de Kulüpler Birliği’nin büyük çoğunluğunun, Genel Kurul delegelerinin de 113’ünün ‘çekil’ bile değil, ‘seçime git’ demesini ciddiye almamakta beis görmeyecektir.
10 Nisan 2002 tarihinde Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü, Futbol Federasyonu ile arasındaki protokol tribünü yönetmeliğini tek taraflı fesheder. Genel Müdür Kemal Mutlu, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım da dahil olmak üzere cezalı olan tüm kulüp yöneticilerinin protokol tribününe girmesini serbest hale getiren bu kararın gerekçesini şöyle açıklar:
“1996 yılından beri bu yönetmeliğin değiştirilmesi için Futbol Federasyonu’na başvuruda bulunuyorduk. Ancak bir türlü kabul ettiremiyorduk. Bir teşkilat, kendi verdiği cezayı kendisi takip eder, bir başkasına takip ettiremez. Biz, Futbol Federasyonu’nun verdiği cezanın takipçisi olmak istemediğimiz için yönetmeliği tek taraflı feshettik.”
14 Nisan 2002’de Milli Takımlar Teknik Direktörü Şenol Güneş, bazı kesimlerin Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy’u istemediğini belirterek, “Demek ki başarı istenmiyor” der. Bu dediklerinin “cezasını” ileride görecektir, Ulusoy’a destek çıkmasının ödülünü milli takımdan neredeyse mahkemelik bir şekilde yollanarak alacaktır.
Aziz Yıldırım, 14 Nisan’daki Beşiktaş maçı öncesi “Bu ligi içime sindiremiyorum” der. Futbol Federasyonu’nu topa tutan Yıldırım şöyle devam eder:
“Her şeyde şaibe var. Ligde şampiyon da şaibeli düşenler de şaibeli. Federasyonda keyfiyet hakim. Bu Türk sporuna zarar veriyor. Federasyonun herkese eşit davranması lazım. Kurumun saygınlığını devam ettirecek insanlar görevde olmalı.
İstanbulspor – Galatasaray maçını izlemedim. Hakem hakkında yazanlar doğruysa bu çok sakıncalıdır. Bunun için herkesi göreve çağırıyorum.
Biz belki de gelecek sezon, 2 veya 3 yıldızı takmayacağız. Federasyon keyfi uygulamalar içinde. Kocaeli – Beşiktaş maçındaki saha reklamlarını ihale etmeden bir kuruluşa verdi. Keyfiyet bitmeli.”
14 Nisan 2002 tarihinde oynanan Fenerbahçe – Beşiktaş derbisi yeni bir gerilim nedeni olur. Beşiktaş Kulübü Başkanı Serdar Bilgili, yönetim kurulu üyeleriyle birlikte 15 Nisan’da Akaretler’deki kulüp binasında düzenlediği basın toplantısında, maçın orta hakemi Muhittin Boşat, Merkez Hakem Kurulu (MHK) ve Fenerbahçe Kulübü hakkında sert açıklamalarda bulunur.
Bilgili, Beşiktaş – Fenerbahçe maçı öncesinde utanç verici girişimlerde bulunulduğunu, sonuçta da tehditlere boyun eğilerek, sahaya birer tetikçi olarak Muhittin Boşat ve Evren Dölek adlı şahısların çıkarıldığını söyler.
Maç yönetimindeki acizliği defalarca kanıtlanmış olan Muhittin Boşat’ın bu maça atanır atanmaz, Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım’ın 11 Nisan Perşembe günü MHK Başkanı Bülent Yavuz’u aradığını söyleyen Bilgili, Yıldırım’ın MHK Başkanı’na, ‘Sahada aleyhimize bir şey olursa, Türkiye’yi başınıza yıkarım’ dediğini kaydeder.
Bilgili, Federasyon ve MHK’nın tehditler altında ezilmişken ve hak mahrumiyeti cezası almış bir kulüp başkanının protokol tribününün ön sırasında devletin üst düzey yetkilileriyle birlikte oturmuşken, Muhittin Boşat gibi acizliği ve yetersizliği defalarca kanıtlanmış bir kişiyle kim olduğu ve ne amaçla bu maça verildiği meçhul Evren Dölek adlı şahsın hangi baskı veya vaatlerle sahaya çıkmış olacağını kestirmenin hiç de zor olmadığını söyler.
MHK’nın kesinlikle değiştirilmesini istediklerini belirten Bilgili, “Şeffaf ve demokratik bir MHK istiyoruz. Bu şartlarda ligin devam etmesi mümkün değildir” der.
İşin bu kısmı canı yanan bir kulüp başkanının haklı ya da haksız serzenişi olarak yorumlanabilir. Ancak olayın asıl ilginç boyutu daha sonra Aziz Yıldırım’ın açıklamalarında ortaya çıkacaktır.
Suçlamaların hedefindeki isimlerden Bülent Yavuz “Fenerbahçe Kulübü Başkanı Aziz Yıldırım, perşembe günü öğleden sonra beni aradı. Telefon görüşmemizde, Beşiktaş maçından dolayı tereddüt ve kaygılarının olduğunu söyledi. Ben de hiçbir kaygı duymamasını ona ilettim” açıklamasını yapar ve Başkan Yıldırım ile aralarında geçen konuşmayı, görev anlayışı gereği, federasyon başkanı Ulusoy’a aktardığını söyler.
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım 16 Nisan’da bir basın toplantısı düzenler ve Bilgili’nin açıklamalarına yanıt verir:
“Evet, Yavuz’u aradım, maçın hakemini sordum. Boşat’ı açıkladığını söyledi. Endişelerim olduğunu söyledim. Haklarımızın yenmemesini istedim. O da hiçbir şey olmayacağını söyledi. Pazar akşamı eğer aleyhimize herhangi bir olay gelişirse, yani Fenerbahçe veyahut da Beşiktaş’la ilgili. Çünkü ben başından beri ‘adalet istiyorum’ derken, yalnızca Fenerbahçe için istemedim, bütün kulüpler için istedim ve bugün de istiyorum. Yavuz sonra Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy’u aramış. Başkanın yanında Beşiktaşlı yöneticiler ve federasyon üyeleri varmış. Ulusoy, megafon yoluyla misafirlerine dinletmiş.
Eğer haklarımızı savunmak için uyarı yaptıysak, bunu da yanlış anladılarsa bunu bugün yine yaparım. Sorumlunun Yavuz ve Ulusoy olduğunu söylerim. Bundan sonra da elimden geleni yaparım. Etik yönden çok enteresan olaylar vardır. Oyunlar oynanıyor. Bunu tek açıklayacak kişi Ulusoy’dur.
Hiçbir zaman telefonunu bize dinletmemiştir. Niçin bu konuşmayı başkalarına dinlettiğini açıklamak zorundadır. Eğer açıklamazsa şaibelerim doğrulanacaktır. Kimler bir şey anlattıysa, o insanlarla tekrar konuşsun. Beşiktaş’ta başarılı olan Sinan Engin ile konuşarak, bizim MHK ilişkilerimizle ilgili anlattıklarına açıklık getirsin.
Bunları söyleyemiyorlar, korkuyorlar. Geçmişteki hadiseleri hatırlattık. Bunun gizlisi saklısı yoktur. Kamuoyuna da açıklarım. Telefonu açık tutup dinletmekte başka şeyler var. MHK’de köstebekler çıkmıştır. Yavuz sorumsuz biri mi? Sorumlu olduğu için aradım. Niye başkanına söylediğini eleştirmiyorum. Doğrusunu da yapmıştır.
Baştan beri söylediklerimde haklı çıktığım bir kez daha ortaya çıktı. Beşiktaş Başkanı’nın bizim gibi Fenerbahçe’nin haklarını savunması için federasyon ile konuşmak gibi bir derdi yok. Demirören ile Ulusoy’un akrabalığı var. İlhan ve Tümer’in transferinde Sayın Ulusoy’un kefaleti vardır. Bunu Samsun deplasmanına gittiğimizde öğrendik.
Bilgili’nin maç oynanmadan hakemle ilgili düşüncesi varsa neden söylemedi. Yenildikten sonra bunu açıklaması çok ilginç. Ben ne söylediysem arkasındayım. Laf olsun diye konuşmam. Hepsini ispat ederim. Belgelerle konuşurum. Bilgili, iki yıldır MHK ile ilişkilerimizden bahsediyor. Eğer bilgi, belge varsa açıklasın. Açıklamazsa zan altında kalacaktır. Döküman ile konuşuyorum. Hangi maçta neler olduğunu tek tek söylüyorum. Ulusoy devre arasında hakem hatası olmayacağını söylüyor. Kendi istediğini yapmak istiyor ve kavga ortamı hazırlıyorlar. Bu federasyonla Türk futbolu bir yere gidemez.
Bülent Yavuz’a Türkiye’yi başınıza yıkarım dediğimi hatırlamıyorum. Eğer söylemişsem arkasındayım. Eğer tezgah var ise bunu söylemek hakkım var. Bunu söylerken hukuki savaşımızı daha da genişleteceğimizi dile getirdim. Fenerbahçe’yi tutun, destekleyin mi dedim? Bunu söyleyebilirler mi? Bugüne kadar böyle bir istekte bulunmuş muyum? Ben Başkan’a da gittim söyledim.
Bülent Yavuz’a, ‘Erol Ersoy’a ceza veriliyor, bu ceza ne zaman kaldırılacak? Neden maçlara verilmiyor?’ diye sordum. ‘Yarın ben de bir hakemi istemezsem, onu da mı cezalandıracaksınız’ dedim.
Ben geçen yıl Ulusoy’un makamına gittim ve endişelerimi dile getirdim. O zaman neden açıklamadı. Tehditten kasıtları nedir?
Ulusoy’dan başka kimse bu maça Muhittin Boşat’ı tayin edemezdi. Madem konuşmamı biliyorlardı, neden müdahale etmediler? Bugün söylentiler var. Diyorlar ki, Boşat Cerrahpaşa’da çalışıyormuş. Sayın Mete Düren ziyaretine gitmiş. Araştırın bakalım. Hata olmuştur. Bunu kabul ediyoruz. Ama bunu Beşiktaş neden bugün söylüyor? Düne kadar neredeydiler?
Beşiktaş’ın hakemlerle ilgili şikayeti olamaz. Bu hafta canları yandığı için ortaya çıktılar. Onların yanındayız. Ama diyoruz ki, herkese adalet olsun. Beşiktaş yöneticileri bizimle konuşurken davamızda haklı olduğumuzu söylüyor ve ertesi gün vazgeçiyorlar. Trabzon – G.Saray maçının ertelemesine bizimle beraber karşı çıktılar. Sinan Engin, Tahkim’e gideceklerini söyledi. Biz gittik, onlar gitmedi. Neden gitmediklerini onlar açıklasın.
Bizim oynadığımız maçlarda Fenerbahçe lehine hakem hatası olmamıştır. Olmuşsa ortalamanın altındadır. Beşiktaş’ın Samsun maçı Samsun’da oynanacaktı. Ankara’ya alındı. A.Gücü maçını hakem hatalarıyla kazandılar. G.Saray maçında Boşat, G.Saray’ın golünü iptal etti. Kadıköy’deki maçta 10 kişilik Beşiktaş bizi yendi. O zaman konuşmayanlar, bugün Fenerbahçe’nin başarısına gölge düşürüyor. O gün ofsayt gol ve verilmeyen penaltı vardı.
Büyümemizi engelleyenlere karşı bu savaşımız devam edecektir. Bizi ikincilik mutlu etmez. Şampiyonlar Ligi’nde 6 milyon dolar kasamıza girecek diye düşüncemiz olamaz. Biz büyük kulüp olmak istiyoruz. Ulusoy’un talimatı olmadan bana 4 ay ceza verilmez. ‘Benim bilgim yok’ diyor. Bu cezayı verenlere ne kadar güvenirsiniz, buna siz karar verin.
Bütün kulüp başkanları ve delegeleri göreve çağırıyorum. Demokratik bir şekilde bunu çözmek gerek. Ama biz her zaman çıkıp konuşacağız. İnanıyorum ki herkesin derdi var. Çıksınlar haklarını arasınlar. Keyfiyetle idare etmeyecek insanlar gelmeli. “
18 Nisan 2002 tarihinde Mahmut Uslu, Bilgili ve Yıldırım’ın açıklamalarının karambolünde Albayrak – Erdemir vakasının unutturulduğunu söyler:
“Birlikte yemeğe çıktılar ama şimdi hiç sesleri çıkmıyor.
Orhan Erdemir, Ahmet Çakar’a dava açıyormuş. Onun bu girişimi Albayrak ile yemeğe gidip gitmediğine açıklık getirmiyor. Eğer doğru değilse niçin susuyorlar? Neden bir açıklama yapmıyorlar? Bu söylentilere neden set çekmiyorlar? Son günlerde yaşanan olaylardan faydalanıp bu gerçeği unutturmaya çalışıyorlar.
Aslında tüm kulüplerin bu ve buna benzer konularda birleşmesi gerekiyor. Biz sadece Fenerbahçe için değil, tüm kulüpler için adalet istedik. Tüm kulüpler bu federasyondan memnun değil. Ama bazılarının çıkarı var susuyorlar. Bakın Göztepe Başkanı’na. Daha dün Rize maçından sonra neler söylüyordu. Bugün neler söylüyor.
Sanki sadece Fenerbahçe Kulübü, şikayetçiymiş gibi bir hava estiriyorlar. Ama şunu anlamıyorlar. Biz sadece adalet istiyoruz. Ama tüm kulüpler için istiyoruz. Sahanın içinde yapılan hakem hataları için değil, atamalarda yapılan yanlışlar için sesimizi yükseltiyoruz. Ve adalet için verdiğimiz bu savaşa sonuna kadar devam edeceğiz.”
18 Nisan 2002’de Beşiktaş Asbaşkanı Yıldırım Demirören, Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın kendisi hakkındaki suçlamasına yanıt verir. Demirören, “12 yıldır Ulusoy ailesinin akrabasıyım ve bundan da şeref duyuyorum. İddianın aksine ben Haluk Ulusoy’dan futbolun içine girdikten sonra uzaklaştım. Çirkin yakıştırmalardan kaçınmak gerek” der.
Kimse de çıkıp Demirören’e “yahu madem uzaklaştın, Bülent Yavuz Aziz Yıldırım’ın telefonunu aktarırken ve Ulusoy bunu megafonla dinletirken odada ne işin vardı” diye sormaz. Demirören de kimsenin sormayacağını bildiğinden bol keseden sallamaktadır zaten.
21 Nisan 2002’de G.Saray – A.Gücü maçının hakeminin değiştirilme şekline büyük tepki gösteren Asbaşkanlar Atilla Kıyat, Murat Özaydınlı ve Mahmut Uslu, Futbol Federasyonu’nun iflah olmaz bir hastalığa yakalandığını iddia ederler.
Asbaşkan Atilla Kıyat, Futbol Federasyonu yetkililerini akılsızlık ile suçlayarak;
“Hakemler perşembe yerine cuma günü açıklandı. Benim anlamadığım nokta, Serdar Tatlı seçilirken 4’üncü hakem de seçilmiyor mu? Bu maçın 4’üncü hakemi maçın 5’inci dakikasında asıl hakem sakatlandığında yedek hakemin maç yönetemeyeceğini mi düşündüler? Demek ki 4’üncü hakem olarak atanan hakemin yeterliliğinden şüphe var. Ben Serdar Tatlı’ya acil şifalar diliyorum. Futbol Federasyonuna da acil şifalar diliyorum. Çünkü bu günlerde alınan kararlar ile gösterdiler ki federasyon iflah olmaz bir hastalığa yakalanmışdır. Bunlar aklı başında insanların yapacağı hatalar değildir.”
Asbaşkan Murat Özaydınlı da sert bir dille konuşur;
“Şaibelerin bu kadar konuşulduğu dönemde 4’üncü hakemin tayin edilmemesi şaşırtıcı. Serdar Tatlı gördüğünü çalan bir hakem ama G.Saray maçlarında göremiyoruz. Bizim 4-5 maçımızı yönetti. Keşke bütün maçlarımıza gelse. 25 milyon göz İsmet Arzuman’da olacaktır. Dilerim beklentilere en iyi cevabı verir”.
Asbaşkan Mahmut Uslu da komik gelişmeler olduğuna dikkat çeker;
“Aklı başında işler değil. Eğer sakatlandıysa yedek hakem var. Maçta sakatlansa başka bir hakem mi gelecekti. Süper ligi böyle yönetmek çok yanlış. Federasyon başkanı demek, tek başına yönetmek değil. Serdar Tatlı’ya acil şifalar diliyoruz. Herkese acil şifalar diliyorum”.
25 Nisan 2002’de Fenerbahçe Spor Kulübü resmi internet sitesinden şu sorular sorulur:
Son iki yılda Futbol Federasyonu hangi ihaleleri gerçekleştirmiş, bu ihalelere hangi firmalar davet edilmiş ve hangi firmalara verilmiştir?
Federasyon Başkanı, Tümer ve İlhan örneğinde olduğu gibi hangi kulüpler ve futbolcular için transferlerde menajerlik görevini üstlenmiştir?
Federasyon Başkanı’nın oğlu telefonla hakemlerle itribat kurarak talimat vermiş midir? Başkan, hakem listelerine müdahale etmiş midir?
Futbol Federasyonu futbolculara olan borçları dolayısıyla UEFA ve FIFA’ya karşı hangi kulubümüze kefil olmuştur? Bir taraftan bu kefaletle alınan kulübe yardımcı olurken, Sayın Denizli’nin Fenerbahçe Teknik Direktörü olması nedeniyle, kulübümüzden 500.000 Dolar tazminat alması çifte standart değil midir?
Fenerbahçe de dahil olmak üzere hangi kulüplere alt yapıyı geliştirmek üzere Federasyon kaç para vermiştir? Bu para hangi kulüpler tarafından hakikaten alt yapı için kullanılmış, hangi kulüpler tarafından federasyonun bilgisi dahilinde futbolcu transferleri için kullanılmıştır?
Federasyon Başkanı görevi süresinde hangi maçların belirlenmiş hakemlerini açıklama yapılmadan önce listelere müdahale ederek değiştirmiştir? Sayın Can Bartu’nun da belirttiği gibi Federasyon Başkanının oğlu telefonla hakemlerle itribat kurarak talimat vermiş midir?
Elbette ki yanıt alınamaz.
27 Nisan 2002’de Fenerbahçe Asbaşkanı Mahmut Uslu, Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy için Bakanlık ve Başbakanlık Teftiş Kurulu’nu göreve çağırır.
Ulusoy’un federasyonu hanedan gibi yönettiğini dile getiren Uslu, “Çok ciddi iddialar var. Ulusoy bu iddiaları ‘Ben sadece genel kurulda hesap veririm’ diye geçiştiremez. 4-5 milyon milyon dolar gibi rakamlara neyin adına kefil olduğunu ve yarattığı haksız rekabetin nedenini kulüp temsilcilerine anlatmak zorundadır. Bizim Genel Kurul ya da delegelerle federasyonu hanedan gibi yöneten Haluk Ulusoy ile mücadelemiz vardır. Onun haksızlıklarını ortadan kaldırmak için mücadele edeceğiz” diye konuşur.
29 Nisan 2002 tarihinde, kaçan şampiyonluk sonrası futbolcularını teselli eden Fenerbahçe Başkanı, Haluk Ulusoy’u eleştirir;
“G.Saray camiasını kutluyorum. Şaibe derken tüm lig maçlarını kastediyorum. Haluk Ulusoy çekilmezse, bu devam edecektir”.
Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy ise , G.Saray’ın bileğinin hakkıyla şampiyonluğa ulaştığını söyler. Ligde şaibe olduğu şeklindeki görüşlerin hiçbirine katılmadığını vurgulayan Ulusoy;
“İnsanların elinde belge yoksa, konuşmaları çok çirkin. Şaibe varsa, beraber konuşalım. Ligde en ufak şaibe olduğuna inanmıyorum. G.Saray saha içinde ve dışında çok iyi bir birliktelik yakaladı ve bu sayede şampiyonluğa ulaştı”.
17 Mayıs 2002 tarihinde Futbol Federasyonu Şike Tahkik Kurulu, “Şike çetesi” davası kapsamında incelemeye alınan 8 maçta şike yapılmadığı kanaatine varır.
Kurul, raporunda, “Söz konusu müsabakaların sonucu hakkında anlaşma yapılmadığı kanaatına ulaşılmış ve anılan müsabakaların hakem raporlarına göre tesciline karar verilmiştir” ifadesini kullanır.
Kurul ayrıca, Türkiye’deki tüm futbol hakemlerinin kredi kartı ve banka hesaplarının incelendiği, bunun sonucunda hesaplarda menfaat niteliğinde para alışverişinin tespit edilmediğini de açıklar.
“Şike çetesi” davası kapsamında, şu maçlarda ayarlama yapıldığı öne sürülmüştür: 11.11.2001 Sakarya – Erzurum, 11.11.2001 Zonguldak – Silifke, 11.12.2001 Karabük – Ank.Demir, 2.12.2001 Aydın – K.Konya, 2.12.2001 Altay – B.Petrol, 8.12.2001 Göztepe – G.Antep, 15.12.2001 G.Antep – Y.Yozgat, 22.12.2001 Bursa – G.Birliği.
19 Mayıs 2002’de Beyşehir Fenerbahçeliler Derneği’nin açılışında gazetecilerin sorularını yanıtlayan Aziz Yıldırım, Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy ile ilgili olarak “gitsin” şeklinde bir açıklama yapmadığını belirterek, “Ben ‘Ulusoy üzerinden Galatasaray formasını çıkarsın’ dedim. Ulusoy, Galatasaray Kongre üyesi mi değil mi? Bunu gidin Ulusoy’un kendisine bir sorun” der.
23 Mayıs 2002 tarihinde Çırağan Palace Kempinski Otel’de düzenlenen şirketleşme ile ilgili tanıtım kokteylinden sonra bir açıklama yapan Aziz Yıldırım, “Biz, ‘Haluk Ulusoy, Galatasaray formasını çıkarsın. Çıkarmıyorsa da istifa etsin’ dedik. Bu sözümüzün arkasındayız. Haluk Ulusoy’a, Fenerbahçe ve Aziz Yıldırım hala karşıdır” der.
Ulusoy’un, kendisiyle biraraya gelmek istediğini ifade eden Aziz Yıldırım;
“Ulusoy aradı. Bir dost meclisinde biraraya gelmek istedi. Ancak kabul etmedim. Ulusoy, Fenerbahçe’nin menfaatlerinin karşısında bir insandır. Bu nedenle biz de Ulusoy’a karşıyız. Şu anda ses çıkarmıyoruz. Çünkü önümüzde Dünya Kupası finalleri var. Milli Takım’ın yara almasını istemiyoruz.. Ama Ulusoy hakkındaki görüşlerimiz değişmemiştir.
Ulusoy, kendi arkadaşlarını toplayıp genel kurul yapmak istiyor. Buna da karşıyız, engel olacağız”.
2002 Haziran ayı Türkiye’nin de yıllar sonra yer aldığı Dünya Kupası’nın olduğu ay olarak tarihe geçecektir. Milli takımın orada başarılı mı başarısız mı olduğu, kamplaşmalar, krizler vs tartışmalar bir yana, bizim konumuz özelinde önemli olan kısım, yine bir Ulusoy klasiği olan “ulufe”lerden birisidir.
8 Haziran 2002’de Hürriyet Gazetesi “Haluk Ulusoy’un kriz ortasında milletin cebinden Kore’ye götürdüğü 271 kişinin listesini” açıklar:
Hürriyet, herkesin günlerdir peşinde koştuğu Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy’un Güney Kore’ye götürdüğü ‘saltanat kafilesi’nin listesini ele geçirdi.
Ulusoy, ‘Sponsorlar ödüyor, para bizden çıkmıyor’ savunmasının arkasına sığınırken, özel uçakla götürdüğü kafilede eş-dost, yandaş ve kendisini destekleyen milletvekilleri ile bazı gazetecilerin bulunduğu ortaya çıktı.
‘Saltanat kafilesi’ listesinde kimler yok ki? Milletvekilleri, onların eşleri ve çocukları, gazeteciler, delegeler, teknik direktörler, yönetim kurulundaki arkadaşları ve aileleri…
Listedeki bakan ve milletvekilleri arasında en ilginç olanı, Devlet Bakanı Edip Safter Gaydalı… Gaydalı’nın kendisi Kore’ye gitmemiş ama ailesi dört kişiyle temsil ediliyor. Eşi ve üç çocuğu, federasyon adına Kore’de en az 15 gün süreyle Grand Hilton Oteli’nde ağırlanacak. ANAP’lı eski bakanlardan Ersin Taranoğlu da hem kendisi gitmiş, hem de ailesini beraberinde götürmüş. Taranoğlu, eşi ve iki çocuğu, Gaydalı ailesiyle birlikte aynı otelde. Eski İçişleri Bakanı Murat Başesgioğlu da eşi ve iki çocuğu ile birlikte soluğu Kore’de almış..
Kore’ye bildirilen listede ismi bulunan AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan ise daveti kabul etmesine karşın Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in liderler zirvesi nedeniyle katılamadı. Listedeki isimlerin çok az bir bölümünün ‘ballı’ geziden vazgeçtiği öğrenildi. Erdoğan’ın ve son anda gelemeyeceğini bildirerek seyahate gitmeyen bazı isimlerin yeri yenileriyle doldurularak, sayı aynen korundu. Bu isimlerin arasında, Herkes İçin Spor Federasyonu Başkanı Göksel Arsoy ile ünlü sinema yıldızı Kadir İnanır da bulunuyor.
Ulusoy’un ‘saltanat kafilesi’ Kore’ye, THY’nin Airbus 340 uçağıyla gitti. Ancak uçak 271 kişilik olmasına ve hemen tamamen dolmasına rağmen, Kore’ye daha az sayıda isimden oluşan bir liste bildirildi.
19 Ağustos 2002’de Fenerbahçe’nin, Şampiyonlar Ligi 3. ön eleme turunda Feyenoord ile oynayacağı rövanş maçı nedeniyle Gaziantepspor maçının ertelenmesi talebi kabul edilir. Futbol Federasyonu, 23 Ağustos Cuma günü oynanacak G.Antepspor maçını ileri bir tarihe erteler.
Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy’un, Fenerbahçe’nin talebi üzerine, Gaziantepspor Kulübü Başkanı Celal Doğan ile görüştüğü ve maçın ileri bir tarihe ertelenmesine karar verildiği bildirilir.
22 Ağustos 2002’de Ulusoy, Merkez Hakem Kurulu Başkanı Bülent Yavuz ile Trabzonspor Mehmet Ali Yılmaz Tesisleri’ni ziyaret ederek, bordo mavili kulübün yönetim kuruluyla görüşür. Ulusoy, “Trabzon’a gelmişken, kulübe uğramamak mümkün değil. Anadolu’nun bağrından çıkan Trabzonspor’dan bu yıl olmazsa gelecek yıl şampiyonluk bekliyoruz.“ der.
27 Ağustos 2002 tarihindeki Şampiyonlar Ligi 3. ön eleme turu maçında (Fenerbahçe – Feyenoord) Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy yıllar sonra ilk kez Fenerbahçe’nin maçını izlemek için stattadır. Başkan Aziz Yıldırım’ın maçtan 5 dakika önce Şeref Tribünü’ne gelen Ulusoy ile tokalaşmaması dikkat çeker.
Fenerbahçe taraftarı “Ulusoy dışarı” diye tempo tutarlar. Yıldırım, Ulusoy ile ne tribünde ne de VIP Salonu’nda yanyana gelmezler. Ertesi günkü gazete başlıklarının çoğunda “Ulusoy’a büyük öfke” manşetleri vardır.
Eylül 2002’de Fenerbahçe ile Galatasaray arasındaki maçın tarihiyle ilgili olarak anlaşmazlık çıkar. Fenerbahçe, ligin 6. haftasında Kadıköy’de oynanacak derbi maçı, perşembe günü oynayacağı UEFA Kupası 1. tur maçı nedeniyle pazar gününe aldırmak isterken, Galatasaray ise 24 Eylül’deki Şampiyonlar Ligi maçı nedeniyle cumartesi gününde ısrar etmektedir.
Sonuçta karşılaşma 6 Kasım tarihine ertelenir 🙂
30 Eylül 2002 tarihindeki Fenerbahçe – Elazığspor karşılaşmasında İsmet Arzuman 12 dakika içerisinde üç anons yaptırarak bir rekora imza atar.
Arzuman’ın, yanlış kararlarıyla seyirciyi çileden çıkardığını dile getiren Özaydınlı, “Sezona iyi niyetle girdik. Ama sabrımız ilelebet değil. Eğer sahamız kapanırsa, bizim kaybımızı kim karşılayacak?” der.
Hiç bir zaman seyircinin taşkınlığını savunmayacağını hatırlatan Özaydınlı, Hürriyet’e yaptığı açıklamada şunları söyler:
“Birinci anons henüz duyulmadan ikinci anonsa gidilmesinin anlamı var mı? Üstüne üstlük bir tek pet şişe için maçı durdurup, anons yaptırılıyor. Bu da seyirciyi çileden çıkarabiliyor. Bu ligde neler gördük. Sahaya bıçaklar atıldı, pet şişeler yağdı buna karşılık hiç bir anons yapılmadı.
Ortega 90 dakika boyunca sahada dayak yedi. Her ayağına top alındığında faul yapıldı. Hakemler Fenerbahçe’ye penaltı vermekten korkuyor mu? Acaba birilerini üzmekten mi korkuyorlar? Hiç bu kadar sinirlenmemiştim. Hakem kötü maç yönetebilir. Ama seyirciyi asla provoke edemez.
Bu durum karşısında Fenerbahçe’nin sahası kapanırsa, bizim kaybımızı kim karşılayacak? Kötü yönetim gösteren hakeme verilecek 3 maçlık ceza bizim kaybımızı geri getirecek mi? Kimseden bize destek istemiyoruz. Sadece adil yönetim bekliyoruz. Bu da tüm kulüplerin ortak arzusudur.”
Aynı Arzuman bir hafta sonra Trabzon sahasında kıyamet kopmasına rağmen iki anonsu lütfen yaptırır.
8 Ekim 2002’de Altay – Fenerbahçe maçından (6 Ekim) sonra hakemlerin küfür konusundaki tavırları bir kez daha tartışma konusu olur. Sezon başında Futbol Federasyonu tarafından başlatılan anons konusunda hakemlerin çifte standart uygulaması kulüp yöneticilerini isyan noktasına getirir.
Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım’ın Altay tarafından gelen küfür karşısındaki tutumu olayı bir kez daha gündeme oturtur. Yıldırım hakemin seyirci kaldığı küfürler karşısında şeref tribünündeki koltuğunu terkederek camlı bölüme geçmiş ve hem emniyetin, hem de hakemin (Ali Aydın) bu olaya seyirci kalmasına büyük tepki göstererek maçı terketmiştir.
Yıldırım, maçtan sonra yakın çevresine şunları der:
“Ben Türk sporuna hizmet ediyorum. Herkese elimi uzatıyorum. Kimseyle hiç bir kavgam yok. Eğer karşılığı buysa, kimse buna dur demiyorsa, o zaman vazgeçeyim. Ben Fenerbahçe stadında 55 bin taraftarımıza hakim oluyorum. Ama bize edilen küfürlere kimse çıkarmıyor. Çok üzüldüm, yazıklar olsun”.
15 Eylül’deki Göztepe – Beşiktaş maçında Serdar Bilgili’ye yapılan küfürlü saldırı için de hakemin (İsmet Arzuman) sessiz kaldığı siyah beyazlı yöneticiler tarafından dile getirilir.
10 Ekim 2002 tarihinde Futbol Federasyonu Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu (PFDK), Fenerbahçe’ye, Elazığspor maçında çıkan olaylar nedeniyle, 1 maç seyircisiz oynama ve 3 milyar lira para cezası verir.
PFDK tarafından verilen cezanın kendilerini fazlasıyla üzdüğünü belirten Fenerbahçe Kulübü Yönetim Kurulu Üyesi Murat Özaydınlı, “Bizim tek istediğimiz, bu tür cezaların her statta eşit uygulanması. Bu konuda çok hassas davranıyoruz. Eğer bu şekilde olursa şeriatın kestiği parmak acımaz deyip katlanırız” der.
Fenerbahçe yöneticilerinin ısrarla herkes için eşit şartlar ve adalet isteği ne yazık ki diğer kulüplerden destek bulmamaya devam ediyordur. Ulusoy sultası büyüklü küçüklü tüm kulüpleri sindirmiştir.
11 Ekim 2002 tarihli Hürriyet Gazetesi’nden:
Ne düdükmüş be
Elazığspor maçında küfür ve sahaya yabancı madde atılması nedeniyle sarı lacivertliler tarihi bir ceza aldı. Federasyonun küfüre karşı bu sezon aldığı kararın ilk uygulandığı kulüp olan Fenerbahçe, PFDK’nın cezasına Tahkim Kurulu’na başvururak itiraz edecek.
Fenerbahçe – Elazığ maçı sarı lacivertli takıma pahalıya maloldu. Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu (PFDK), maçta yaşananlar nedeniyle Fenerbahçe’ye 1 maç seyircisiz oynama ve 3 milyar lira para cezası verdi. Sarı lacivertliler böylece, 50.000 kişilik stadında 18 Ekim’deki Adanaspor maçını seyircisiz oynayarak yaklaşık 1 trilyon liralık seyirci gelirinden de mahrum kalacak.
Fenerbahçe’nin Şükrü Saraçoğlu Stadı’ndaki Elazığspor maçını yöneten hakem İsmet Arzuman karşılaşmada 12 dakikada üç kez anons yaptırmak için düdüğünü çalmıştı. Arzuman ilk iki anonsu küfürü önlemek, 3. anonsu ise sahaya atılan yabancı maddeler nedeniyle yaptırmıştı.
PFDK, Arzuman’ın, 4. hakem, gözlemci ve temsilci raporlarına dayanarak dünkü toplantısında sarı lacivertli kulübe disiplin talimatının 22. maddesini uyguladı. 17 Eylül 2002 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren bu maddeye göre; hakemin kötü tezahürat nedeniyle birinci anonsu yaptırması durumunda, takımlara ihtar cezası veriliyor.
İkinci anonsta 1 maç saha kapatma ve 1 milyar lira para cezası, 2. anonstan sonra kötü tezahüratın sürmesi durumunda ise 1 maç seyircisiz oynama ve 2.5 milyar lira para cezası uygulanıyor. Fenerbahçe’nin aldığı 500 milyon liralık ek ceza ise, taraftarların sahaya yabancı maddeler atmasından kaynaklandı.
PFDK’nın bu kararıyla sarı lacivertli kulüp tarihi bir ceza aldı. Fenerbahçe, tarihinde ilk kez bir lig maçını seyircisiz oynayacak. Futbol Federasyonu’nun küfüre karşı bu sezon aldığı kararın ilk uygulandığı kulüp olan Fenerbahçe, PFDK’nın verdiği 1 maç seyircisiz oynama ve 3 milyar lira para cezasına Tahkim Kurulu’na başvurarak itiraz edecek.
Elazığspor maçında yaptırdığı 3 anons ile sarı lacivertli camianın şimşeklerini üzerine çeken hakem İsmet Arzuman, ceza sonrası Hürriyet’in görüşme talebini geri çevirdi. Arzuman, “Ben sahada ne gördüysem, ne duyduysam onu çaldım. Bu konuda konuşmam” dedi.
İsmet Arzuman’ın gözlerinin bir tek Kadıköy’de görüyor olması kendisine güzel de bir lakap kazandırır: Poşet İsmet…
TFF Başkanı Haluk Ulusoy, Makedonya milli maçı için gittiği Makedonya’da, Fenerbahçe’ye verilen cezayı yorumlarken farklı bir şey söylemiyordur:
“Bu konudaki yönetmelikler ne diyorsa, o yapılmıştır. Biz, Futbol Federasyonu olarak bütün takımlara eşit davranıyoruz. Yapılan işlem talimatlara uygundur. Herkes de kurallara uymalıdır. Fenerbahçe’ye verilen ceza bu açıdan normaldir”.
Erman Toroğlu 11 Ekim 2002 tarihinde “Karar doğru mu?“ başlıklı yazısında şunları söylüyordur:
Bu yönetmelik ölü doğduğunda, “Düzeltilmesi gerekir” demiştim. Sırf Erman Toroğlu dedi diye “Biz geri dönemeyiz” diyen Federasyon sonunda kilitlendi. Fenerbahçe – Elazığ maçından dolayı sarı lacivertli kulübe 1 maç seyircisiz maç oynama cezası veriliyorsa, İnönü ve Ali Sami Yen’in sonsuza kadar kapalı tutulması gerekir. Şu gösteriyor ki, Aziz Yıldırım ve ekibinin Haluk Ulusoy ve ekibinden daha çok çekeceği şeyler var. Bitaraf bir izleyici olarak şunu net söylüyorum; Bu ortam böyle devam ederse bu statlarda çok yakın bir zamanda kan dökülür. Bunun da sebebi Futbol Federasyonu’dur.
Toroğlu her ne kadar doğru tesbitler yapmış da olsa kendisine fazla bir paye veriyor gibidir. Koskoca Ulusoy federasyonu “sırf Erman Toroğlu dedi diye” inat mı yapardı sanki?
17 Ekim 2002 tarihinden bir haber:
Kim yalancı
Fenerbahçe – Elazığ maçında anonslarıyla gündeme düşen hakem İsmet Arzuman’ın maç sonrası özür dilediği yolundaki haberler ortalığı karıştırdı. Şimdi iki taraf da birbirini yalancılıkla suçluyor.
Fenerbahçe – Elazığspor maçında 12 dakikada, küfür için 2, yabancı madde için 1 anons yaptıran hakem İsmet Arzuman’ın maçtan hemen sonra sarı lacivertli kulüp yöneticilerine telefon açarak, özür dilediği yolundaki haber spor kamuoyunun gündemine oturdu. Fenerbahçeli yöneticiler, “Arzuman özür diledi” derken, İsmet Arzuman MHK aracılığıyla bir açıklama yaparak, “Ben kimseden özür dilemedim” dedi.
Erman Toroğlu Ne Demişti?
Bu hakem kardeşlerimiz utanmadan bir de televizyonlara çıkıp, kişilik haklarına dokunulduğundan, rahat bırakılmadıklarından, yoksa çok iyi hakem olduklarından filan bahsediyorlar. Sen açıyorsun Fenerli yöneticiye telefonu, “TV’yi seyrettim. Üzgünüm, hata yaptım” diyorsun. Sonra da hakem kıyafeti giyip, maçlara çıkıyorsun. Bu İsmet Arzuman kendince o kadar akıllı ki, özrü kabahatinden büyük. Federasyon başkanının televizyonlara çıkıp da göstere göstere küfür ettiği ülkede küfürsüz bir maç bekliyorsunuz.
İsmet Arzuman (Maçın hakemi)
İsmet Arzuman, önceki gün MHK aracılığıyla bir açıklama yaptı ve “Fenerbahçeli yöneticilerden özür dilediği yönünde basında çıkan haberlerin gerçeği yansıtmadığını” söyledi. Futbol Federasyonu Merkez Hakem Kurulu’ndan yapılan yazılı açıklamada, “Haberde adı geçen, hakem İsmet Arzuman’ın müsabaka sonrası hiçbir kulüp yöneticisi ile teması ya da görüşmesinin olmadığı” belirtildi.
Bülent Yavuz (MHK Başkanı)
Merkez Hakem Komitesi Başkanı Bülent Yavuz, “Sayın İsmet Arzuman, bizi aradı. Noter aracılığı ile bir tekzip gönderdi. Biz de bu açıklamayı yayınladık ve üzerimize düşeni yerine getirdik” dedi. Yavuz, Hürriyet’in, “Arzuman’a bu konuda konuşma izni verecek misiniz?” sorusuna da, “Biz hakemlere konuşma yasağı getirdik. Kendisi gerekli açıklamayı yaptı” yanıtını verdi.
İlhan Ekşioğlu (Fenerbahçe Asbaşkanı)
Elazığ maçından sonra Alt Yapı İcra Komitesi toplantısına girdik. Bu sırada İsmet Arzuman, yakın arkadaşı Mahmut Akay’ı aradı. “Ben maçta hata yaptım. Kendimi kaybettim. Sizden özür diliyorum” dedi ve telefona beni istedi. Ben de, “Bunları bize değil, çıksın medyaya açıklasın” diyerek telefonuna çıkmadım. Gelen yanıt, “MHK’nın yasakları var, konuşamam. Ama Başkan Aziz Yıldırım’dan bile özür dilemeye hazırım” oldu. Yukarıda Allah var. Eğer bu söylediklerim yalansa, beni mahkemeye versin. Sayın Toroğlu, dünkü Hürriyet’te tüm bunları satırı satırına yazmış. O yazının altına imzamı atarım. Hepsi doğru.
Oktay Sert (Fenerbahçe Alt Yapı Komitesi)
Arkadaşımız Mahmut Akay ile daha önceden arkadaş olan Arzuman, telefonda, “Maçı TV’den izledim ve çok üzüldüm. Fenerbahçe’nin aleyhine olmadığımı hissettirmek için seninle bir maçı tribünden izleyelim. Başkan Aziz Yıldırım, İlhan Ekşioğlu ve Cemil Turan ile beni biraraya getir” dedi. İlhan bey bu talebi reddetti. Başkan Aziz Yıldırım ise, “Bizim hakemle biraraya gelmemiz yakışık almaz. Medyaya konuşsun” dedi. Ben olayın bizzat şahidiyim. Şu anda olayın doğru olduğunu iddia ediyorum ve çocuğumun başına yemin ediyorum. Eğer Arzuman’ın da çocuğu var ise çıksın başına yemin etsin.
Görüldüğü gibi bir delinin kuyuya attığı taşı birçok akıllı çıkartmakta zorlanıyordur. Ama burası Türkiye’dir ve Ulusoy federasyonu “başarıyla Türk Futbolu’nu kurtarmaktadır”.
2002 Ekim’inde “Anonsta 2. Perde”yi izleriz. Günümüzün MHK Başkanı, o devrin FIFA hakemi Mustafa Çulcu G.Saray – Diyarbakırspor maçında, kaleci Şenol’a yönelik “alaycı tezahürat” nedeniyle 1 nolu anonsu yaptırır.
Bu anons yeni bir tartışmayı gündeme getirir: Çulcu, “Alaylı tezahürata karşı bir futbolcunun kişilik hakkını mı korumuştur” yoksa, “seyircinin küfürsüz tezahürat yapma hakkını elinden mi almıştır”…
Görüşler farklıdır:
Bülent Yavuz ( MHK Başkanı)
1. anons kötü tezahürat ve küfür içindir. Ben Galatasaray – Diyarbakırspor maçının raporlarına bakacağım. Raporlar neticesinde bir açıklama yapabilirim. Maçı seyretmediğim için bir yorum yapamam. Olayın içeriğini bilmiyorum.
Şenol Karagöz (Diyarbakır kalecisi)
“I love you, Hagi” diye bağıran G.Saray taraftarının şimdi de benim için aynı tezahüratı dile getirmesi hoş bir şey! Taraftarlar baktılar takımları gol atamıyor, beni sinirlendirmeye çalıştılar. Kendi kalemize gol atınca da doruk noktaya ulaştı. Küfürü düşünürsek, böyle yapmaları bir ölçüde iyi. Onların bu tezahüratı beni daha çok maça motive etti. Hakem alaylı bir ifade olduğu için anons yaptırdı. Kurallarda varsa yaptırması normal.
Erman Toroğlu
Mustafa Çulcu mükemmel bir şekilde devreye girdi ve 1 nolu küfür anonsunu yaptırdı. Nasıl sahadaki bir oyuncu rakip futbolcunun onuruyla, haysiyetiyle oynarsa bu seyirci için de aynıdır. Yani centilmenliğe aykırı harekettir. Ve orada Çulcu bütün direksiyonu eline aldı. Bırakın direksiyonu, bundan sonra oynanacak bütün maçlarda örnek alınacak bir hareket yaptı.
Doğan Koloğlu
Anonsu bu kadar hassaslaştırmak hakeme bir sorumluluk getiriyor. Her zaman kolaylıkla çözebilir misin yapılan hareketi? Ona güvenebiliyorsa Fair-Play anlayışı içinde yapılabilir. Ancak futbolcu da tribünlere kendi elini bir yerlere götürerek tepki veriyorsa, buna ne yapacak ve niye yapmadı? O hareket de atılmayı gerektirirdi. Hakem bariz tepkilere girerse daha doğru olur sanırım. Küfür gibi. Garantiye ceza kesmek lazım. Yoksa sizin kaçırdığınız bir detay sizi eleştirilerin ortasına çekebilir. Bu örnekte olduğu gibi.
Kanat Atkaya (Hürriyet)
Maçı statta izlemek taraftarın en büyük hakkı. Giderek kırpılan haklar taraftarın elini kolunu bağladı. Küfüre hayır, sonuna kadar katılıyorum. Ama taraftar tepkisini nasıl gösterecek. Erol Ersoy’a “I love you Hagi” diye tepki verildiğinde herkes aynı taraftarı alkışlamıştı. “I love you Şenol” diye bağırınca suç oluyor demek ki. Bana göre suç-muç değil.
Bülent Korkmaz ( G.Saraylı futbolcu)
Tam olarak anlayamadık ama bir ‘I love you’ sesi duyduk. Keşke rakip taraftarlar da bize aynı şekilde tezahüratta bulunsa. Bunda bir art niyet aramamak gerekir. Başkaları bir şey arayacaksa onu bilemem.
Mustafa Çulcu ( Maçın hakemi)
Bir şahsın üzerine kötü ve alaycı bir tezahürat vardı. Bu futbolcunun doğrudan performansını etkiler, sinirlendirir. Kaleci Şenol, kötü tezahürat yüzünden sinirlenip aksi bir hareket yapabilirdi. Bu yüzden ben de kötü tehazüratı kesmeleri için bir süre bekledim. Kesilmeyince de anonsu yaptırdım. Kimse sahadaki futbolcu ve hakeme yönelik alaycı tezahürat yapamaz. Bu tribündeki bir başkan veya yönetici için de olsa böyle.
Bütün bu toz duman arasında aslen Ulusoy’u ilgilendirmeyen, ama geçerken değinmek istediğim bir olay, Türkiye’den biraz uzaklarda cereyan etmektedir. Bizler burada “i love you”larla, çekirdek poşetleriyle uğraşırken eloğlu [belki de geleceğin Seyrantepe’sini öngörerek] nelerle uğraşıyordur:
2002 Kasım’ında Avrupa Komisyonu, profesyonel futbol kulüplerinin, devletten sağlanacak maddi destek konusunda, diğer şirketlerle aynı kurallara tabi olduğunu belirterek, Hollanda Hükümeti’nden futbol kulüplerine yardım yapılıp yapılmadığını, yapılmışsa bunun hangi yasal çerçevede ve ne miktarda yapıldığının da bildirilmesini istedi.
Brüksel’in bu uyarısı üzerine, İçişleri Bakanlığı’nın eşgüdümünde ilgili bakanlıklar ve belediyelerin, maddi açıdan zor durumdaki futbol kulüplerine yapılan yardımlar konusunda hemen araştırma başlatıldı.
Hollanda İçişleri Bakanlığı’ndan verilen bilgiye göre, Hollanda’daki 36 profesyonel futbol kulübü, son yıllarda, hükümet, eyalet ve belediye yönetimlerinden milyonlarca Euro tutarında maddi yardım aldı. Bu yardımlar, büyük ölçüde yeni kulüp binası yapılması, eski binaların vestadyumların yenilenmesi amacıyla verildi.
Ayrıca belediyeler kulüplere çok düşük fiyata ya da ücretsiz olarak arsa sağladılar. Bazı kamu kurumları da kulüplerin daha uygun koşullarda borçlanmalarına yardımcı oldular.
Avrupa Komisyonu, bütün bu yardımların, birliğin belirlediği kurallar çerçevesinde yapılmasını istemekteydi. Brüksel, birliğin belirlediği kurallara uygun olarak yapılmamış bütün yardımların geri alınmasını istedi.
Neyse, bizim bu seviyelere gelmemize daha çok vardır. Konumuza dönelim…
Ulusoy 28 Ocak 2003 tarihinde, görev süresinin 2004 yılında dolduğunu belirterek, bundan sonra görev almayacağını söyler.
Valla da billa da söyler…
Türkiye U 18 Milli Takımının Alanya’da Rusya U 18 Milli takımıyla yaptığı hazırlık maçını izleyen federasyon başkanı Haluk Ulusoy, maçın devre arasında yaptığı kısa açıklamada görev süresinin dolmasının ardından tekrar görev almayacağını açıklar.
18 Şubat 2003 tarihinde Futbol Federasyonu Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu, Fenerbahçe Kulübü Teknik Sorumlusu Oğuz Çetin’e 1 ay hak mahrumiyeti cezası verir. Cezanın gerekçesi olarak, Ankaragücü karşılaşmasında talimatlara aykırı davranarak, hakem tarafından uyarılmasına rağmen kulübede takım elbise ile yer alması gösterilir.
Ulusoy federasyonu ve bağlı kuruluşları Türk Futbolu’nun kurtuluşunu çekidek poşetlerine ve takım elbiselere bağlamış görünmektedir. Elbette ki Türkiye’ye örnek olması için hep Fenerbahçe seçilmektedir. Ne de olsa TFF herkese eşit mesafededir.
Teknik direktörlük lisansı bulunmayan Oğuz Çetin, Süper Lig’in 11. hafta erteleme maçı olan Beşiktaş karşılaşmasında sahaya takım elbise ile çıkmış, hakem Ali Aydın’ın devre arasındaki uyarısı ile takım elbise yerine eşofman giymiştir. Olay budur.
Kurul cezanın gerekçesini şöyle açıklar:
“Ankaragücü – Fenerbahçe müsabakasında Türkiye Profesyonel Lig Müsabakaları Statüsü’nün 17. maddesinin ‘Stadyumlar’ başlıklı bölümünün 8. maddesinin (b) fıkrasına göre saha kenarında düzenlenmiş yerde oturması kaydı ile sahaya girmeye yetkili antrenörün eşofmanlı olarak yer alması zorunlu olmasına, müsabaka isim listesinde de adının ‘Antrenör’ olarak yazılı bulunmasına ve bu konuda da hakem tarafından uyarılmasına rağmen kulübede takım elbise ile yer alarak talimatlara aykırı davranışta bulunmuştur.”
19 Mart 2002’de Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy, olası Irak savaşı nedeniyle lig maçlarının ertelenmesi ya da yerlerinin değiştirilmesi gibi bir durumun söz konusu olmadığını söyler.
Aynı gün basın mensuplarının soruları üzerine, Fenerbahçe Kulübü’nün milli futbolcular Ogün Temizkanoğlu ve Abdullah Ercan’ı kadro dışı bırakmasına üzüldüğünü söyleyen Ulusoy, “Milli Takım’daki tüm oyuncularımızla çok iyi diyaloğumuz var. Kendilerinin benden talebi olursa ve benim yapabileceğim bir şey olursa, elimden gelen yardıma da hazırım” der.
Bir kulübün kadro dışı bıraktığı oyuncuları hakkında federasyon başkanının “yapabileceğim bir şey olursa, elimden gelen yardıma da hazırım” demesi nasıl açıklanabilir ki? Ne kadar da iyi niyetli bir insanmış Ulusoy…
31 Mart 2003 tarihide gazetelerde Futbol Federasyonu’nun, İngiltere – Türkiye karşılaşması için özel uçak kiralayarak, aralarında federasyon yönetim kurulu üyeleri, milletvekilleri ve sanatçıların da bulunduğu 93 kişiyi İngiltere’ye götürdüğü yer alır. Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy’un amcası Sefer Ulusoy dahi büyük mali güçlük yaşayan ülkenin kaynaklarının bu şekilde harcanmasını eleştirir.
TBMM Adalet Komisyonu Başkanı ve AK Parti Zonguldak Milletvekili Köksal Toptan, kalabalık bir heyetin götürülmesini nasıl değerlendirdiğinin sorulması üzerine, “Milletimizin milli takımımızın başarısına ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Bu sıkıntı ortamında vatandaşlarımız mutlu olabilecek. Tabii gidenler masraflarını kendileri ödeyebilirler. Kimler var heyette tam bir bilgim yok” der.
Futbol Federasyonu Başkan Vekili Ata Aksu, Atatürk Havalimanı’nda yaptığı açıklamada, “Sporun içinde olan insanları davet ettik. 20’nin üzerinde milletvekili var. Siyasi partilere yazı göndererek milletvekili gönderilmesini talep ettik. Milli takıma destek olmak için gidiyoruz” der.
5 Mayıs 2003’de UEFA tarafından 2004-2005 sezonunda uygulanmaya başlanacak olan “Kulüp Lisans Sistemi”, Birinci Süper Futbol Ligi kulüplerine tanıtılır. Konunun önemine değinen Futbol Federasyonu Başkan Vekili Orhan Saka, Kulüp Lisans Sistemi’nin önemine değinerek, “Futbol Federasyonu’nun lisansör olarak tanınması ve kulüplerimizin lisans alabilmeleri çok önemli. Futbolumuzun gelişimini sürdürebilmesi için bazı çalışmalar yapmak zorundayız. Aksi halde Dünya ve Avrupa futbolunun gerisinde kalırız. Bugün kulüp temsilcilerini bilgilendireceğiz ve görüş alış verişlerinde bulunacağız. Kulüplerimiz mali yapılarını dengelemek zorunda. İleriki nesillere sağlıklı kulüpler bırakmak zorundayız” diye konuşur.
Saka ayrıca, önümüzdeki sezon yürürlüğe girecek ama uygulaması 2004-2005 sezonunda yapılacak yeni kriterlerin, sportif, alt yapı, idari-personel, hukuki ve mali olmak üzere 5 ana madde de toplanacağı belirtilirken, maddelerin de kendi içinde uygulanması zorunlu, belli konularda esnek, ceza müeyyidesi bulunan veya tavsiye amaçlı olmak üzere sınıflandırılacağı bildirir.
Aynı tarihli haberde TFF’nin, 12 Birinci Süper Lig kulübünün kriterleri yerine getiremeyecek durumda olduğunu sızdırdığı da yer alır. Kulüp isimleri verilmez.
Kulüp lisans sistemine göre, UEFA’nın belirlediği kriterleri yerine getirmeyen kulüpler transfer yapamayacak ve ayrıca Avrupa kupalarında da yer alamayacaktır.
Futbol Federasyonu yetkilileri, futbolcuların transfer döneminde kulüplerle sözleşme yapmadan önce, federasyondan sözleşme yapmayı düşündüğü ekibin kulüp lisans sistemine geçip geçemeyeceğini öğrenmeleri uyarısında bulunurlar.
Oldukça geniş bir biçimde ve en küçük ayrıntısına dek yazılı hale getirilen UEFA normlarının asgari kriterleri ise şöyle belirlenir:
En az 10 bin kişilik stat. Kamp ve eğitim tesisi. Kulüp bütçesinin denkliği. Kişi ve kurumlara geçmiş dönemlere ait borç olmaması. Profesyonel ve idari yapılanmanın gerçekleştirilmesi çerçevesinde 1 teknik direktör ve antrenör, 1 kaleci antrenörü, genç takım antrenörleri, idari yapılanma için genel müdür ve alt personeli, tıbbipersonel, 1 basın ve halkla ilişkiler sorumlusu, 1 menajer.
UEFA kriterleri olarak da bilinen “kulüp lisans sistemi” ile Avrupa futbolunun standardının yükseltilmesi planlanırken, hedefler 10 başlık altında toplanır.
Hedefler şöyledir:
- Avrupa futbolunun sportif standartlarını iyileştirmek, geliştirmek ve bunun için de kulüplerin kaliteli antrenörler ve sağlıkekibiyle donatılması.
- Her kulüpte genç futbolcuların yetiştirilmesine öncelik verilmesi ve hatta bunların okul eğitimlerinin sağlanması ve bunun kaliteli antrenör ve öğretmenlerle desteklenmesi.
- Kulüplerin mali ve ekonomik kapasitelerin iyileştirilmesi, güvenilirliklerinin artırılması ve futbol yatırımcılarının korunması.
- Kulüplerin mali yapılarının kontrol ve denetim mekanizmalarının kurulması.
- Kulüpler için mali kriterlerin uygulanmasıyla bir sezon boyunca ulusal ve uluslararası müsabakalarda devamlılığın korunması ve garanti edilmesi.
- Kulüplerin mevcut stat ve antrenman sahaları gibi sportif altyapılarının iyileştirilmesi gelecekteki taleplere cevap verecek şekilde düzenlenmesi, statların seyirciler ve medya için modern aletlerle donatılması, genç futbolcuların antrenmanları içn her türlüisteklerine cevap verecek malzemenin sağlanması.
- Kulübün günlük ihtiyaçlarına cevap verecek idari yapısının kaliteli ve yeterli sayıda ve tam zamanlı görev yapacak personelle donatılması.
- Antrenörler ile futbolcuların hakemlerle çıkabilecek anlaşmazlıkların ortadan kalkması için oyun kurallarına ve fair play prensiplerine uygun karşılıklı işbirliğinin sağlanması, genç futbolcularında faydalanabileceği fikir alışverişinde bulunulması.
- UEFA yönetimi ve UEFA el kitapçığına uygun olarak ulusal federasyonlar lisans sisteminin kurulması ve uygulanması.
- Gelecekte gelişecek şartlara göre hedeflerin ve ihtiyaçların lisans sistemine uyarlanması bu geçiş döneminde asgari standartların yürürlüğe girmesi.
Evet, Kulüp Lisans Sistemi yürürlüğe gireli çok oluyor. Ancak TFF’nin bazı kulüplere hala nasıl lisans verdiğini anlamak zor. “Ulusoy işte” deyip geçmek gerek, ama olmuyor.
18 Mayıs 2003’de Merkez Hakem Komitesi’nin aylık olağan toplantısı için Samsun’a giden Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy ile milli taımlar teknik direktörü Şenol Güneş’in yakınlaşması dikkat çeker. Güneş, “Bizim aramızda problem yok. Kamuoyunda böyle bir senaryo hazırlandı. Patron ben değilim, patron Haluk Ulusoy. 2004 yılına kadar sözleşmem devam ediyor ve ben görevimin başındayım” derken, Ulusoy “Şenol Güneş, 2004 yılına kadar her ne olursa olsun Milli Takım’ın başındadır” diye konuşur.
20 Mayıs 2003 tarihinde Merkez Hakem Kurulu (MHK) Başkanı Bülent Yavuz, milli takımlar teknik direktörü Şenol Güneş ve yönetim kurulu üyeleriyle birlikte Ordu’da giden Haluk Ulusoy, Futbol Federasyonu’nun katkılarıyla yapılan İdmanyurdu Amatör Spor Kulübü’nün yeni binasını hizmete açar. Türk futbolunun gelişmesi için çaba harcadıklarını belirten Haluk Ulusoy, “Türk futbolu her geçen gün yükseliyor. Çok güzel işler yaptık” diye konuşur (ne kadar tanıdık geliyor).
Televizyon programlarında hakemleri eleştirenlere de yanıt veren Haluk Ulusoy, “Herkes kendi işine baksın. Bazılarının yönettiği maçların kasetlerini piyasaya çıkarırsak sokağa çıkacak durumları olmaz. Daha maç başlamadan hakemlere yüklenmek, Türk futboluna ve Türk hakemliğine zarar verir. Bu anlayış çok yanlış” der.
Uulsoy 26 Haziran 2003’de “Türkiye yakın bir zamanda dünyaya futbolcu üreten bir tarlaya dönecek” der.
Kendisini övmekten had safhada hoşlanan TFF’nin başı göreve geldiklerinden bu yana büyük başarılara imza attıklarını, yönetim ve teknik heyet ile birlikte süper bir kadro oluşturarak, Türk futboluna çağ atlattıklarını söylemeyi de ihmal etmez.
2 Temmuz 2003 tarihinde Nike ile yapılan sponsorluk anlaşmasının Ortaköy Esma Hatun Yalısı’nda gerçekleştirilen basın toplantısında, gazetecilerin sorularını yanıtlayan Ulusoy, 2004 yılında görev süresinin biteceğini hatırlatarak, “Ayrılacağımı açıkladım. Ancak bu konuda bana çok büyük baskılar geliyor. Büyüklerim ve spor camiasının önde gelen isimleri, benim ayrılmak lafını ağzıma almamamı istiyorlar. Bize verilen görevi en iyi şekilde yapmaya çalıştık. Aldığımız başarıların tesadüfi olmadığını da bu başarıları yineleyerek herkese gösterdik” derken, Şenol Güneş’in başarılı bir teknik direktör olduğunu ve görevinde kalması gerektiğini söyler.
Vallahi de billahi de bir kez daha 2004’de görevi bırakacağını söyler. Ama ne hikmetse 2007’de hala ve inatla koltuğuna yapışmış, bırakmamakta direniyor.
Yahu arkadaş, bir kez olsun sözünün arkasında dur bari. Düş Türk Futbolu’nun yakasından!
Futbol Federasyonu Şike Tahkik Kurulu, çelişkiye düşer. Kurul üyeleri, yaptıkları görüşmeler sonunda “şike duygusuna” kapılır ama delil bulamaz. Kurul 3 Temmuz 2003’de, önceki sezonun son haftasında oynanan İstanbul – Altay, Bursa – G.Birliği ve Diyarbakır – Elazığ maçları hakkında “karşılaşmalarda şike yapıldığı, ancak bunu kanıtlayacak delil olmadığı” görüşüne varır.
Süper Lig’in son haftasında oynanan ve düşme hattını ilgilendiren İstanbulspor-Altay, Bursaspor-Gençlerbirliği ve Diyarbakırspor-Elazığspor maçlarındaki sonuçların ardından, Altay küme düşmüştür. Altay Başkanı Ahmet Taşpınar’ın başvurusu ve bir gazetede bazı oyunculara ait demeçlerin ihbar kabul edilmesi sonucunda Federasyon, Şike Tahkik Kurulu’nu devreye sokmuş ve kapsamlı bir soruşturma başlatmıştır.
4 Temmuz 2003’de Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu, İstanbul’da yaptığı toplantıda ligleri tescil eder. Federasyon, Süper Lig’den düşen Altay’ın şike ve teşvik primi iddiasıyla ilgili yaptığı başvurusunu görüşerek yeterli kanıt olmaması nedeniyle disiplin kovuşturmasına gerek olmadığı kararına varır.
Futbol Federasyonu Başkanvekili Ata Aksu, şike iddialarıyla ilgili Altay Kulübü’nün Futbol Federasyonu’na yaptığı başvurunun incelendiğini ve iddia konusu olayda adı geçenler hakkında disiplin kuruluna sevke yer olmadığına yönetim kurulunun oybirliğiyle karar verdiğini söyler.
Anlayacağınız, her ne kadar ligler tescil edilmiş de olsa “şike duygusuna” Şike Tahkik Kurulu bile kapılıyorsa, Aziz Yıldırım ve Fenerbahçeli yöneticilerin her fırsatta dile getirdiği “şaibe” iddiaları gayrıresmi kabul edilmiş olur.
“Oldu da ne oldu” derseniz, yanıtım yok ne yazık ki…
Ulusoy 18 Ağustos 2003’de futbol seyircilerinin neden olduğu şiddet olaylarını, Futbol Federasyonu Disiplin Talimatı ile önlemenin mümkün olmadığını ifade ederek, “Cezalarının caydırıcılığı yok. Bir an önce Spordaki Şiddeti Önleme Yasası’nın çıkarılması gerekiyor” der.
Talimatlar çerçevesinde, olay çıkaran hiç kimsenin gözünün yaşına bakmayacaklarını ifade eden Haluk Ulusoy, yaptığı açıklamada, “Biz gereken önlemleri aldık. Ancak Futbol Federasyonu Disiplin Talimatı ile bu olayların önüne geçmek mümkün değil. Saha kapatma ya da en fazla 2.5 milyar liralık para cezalarının caydırıcılığı yok” der.
“Kimsenin gözünün yaşına bakmayacak” olan Ulusoy federasyonunun Trabzonspor’u kapsam dışında tuttuğu ise uygulamalarından belli olmaktadır. Sahaya giren seyircilere rağmen ciddi bir cezayı Trabzonspor’a bir türlü verememektedir Ulusoy. Sahaya girenler ise her ne hikmetse hep akli dengesi yerinde olmayan kişiler olmaktadır, neyi değiştirecekse!
Trabzon’da oynanan Trabzonspor – Fenerbahçe maçında çıkan olaylar nedeniyle Fenerbahçe bir maç saha kapatma cezasına çarptırılır.
Ulusoy 2 Eylül 2003 tarihinde bu cezadan dolayı bazı kişilerin kendisini sorumlu göstermek istediğini ileri sürer. Ulusoy, cezanın verildiği tarihte İsviçre’de olduğunu ve kendisini haberdar etmediklerini belirterek, “Fenerbahçe Kulübü ve seyircisiyle Haluk Ulusoy’u karşı karşıya getirmek için çığırtkanlık yapanlar var. Ceza doğruydu, yanlıştı tartışmam mümkün değil. Futbolun anayasası olan Tahkim Kurulu, cezanın doğru olup olmadığına karar verecektir” diye konuşur.
TFF’nin başı işine geldiği zaman “ben yaptım, ben ettim” derken, Türkiye futbol kamuoyunun büyük kesimini ilgilendiren bu kadar önemli bir olayda “ben bilmem” diyebilme aymazlığını gösterebilmektedir. Gerekçesi de ilginçtir: “ben İsviçre’deydim”… Ulusoy herhalde hala haberlerin atlı ulaklarla yollandığı ortaçağda yaşadığımıza inanmamızı bekliyordur.
4 Eylül tarihinde de Fenerbahçe için neler neler yaptığını anlatıyordur TFF’nin başı:
“Benim taraflı olduğumu ima ediyorlar. Ama yanılıyorlar. Benim için İnegölspor, Bingölspor, Sivasspor ne ise Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş da aynıdır. Hiçbir kulübe ayrıcalık yapmadım, yapmıyorum da. Kapım tüm kulüplere açık. Fenerbahçe konusunda haksız yükleniyorlar. Söylemek istemiyorum ama Fenerbahçe’ye yaptığımı bugüne kadar hiçbir federasyon başkanı yapmamıştır. Ama yapılanlar söylenmez.
Fenerbahçe’ye kaleci Enke konusunda yardımcı olduk. Yabancı oyuncu için federasyona ödedikleri 100 bin doları geri verdik. Her kulübe hukukçularımız yardımcı oluyorlar. Ama ne Galatasaray ne Beşiktaş ne de Fenerbahçe bizden yardım istemiyor, görüşmüyorlar. Biz yine de bu kulüplerimizin menfaatlerine çalışıyoruz. Fenerbahçe’nin, Fikirtepe Tesisleri’ni yaptık. Kimseye de reklam yapmadık. Sarı lacivertli kulübün menfaatleri için çırpındık. Ama bizi eleştiriyorlar. Bu haksızlık.’’
Ey Fenerbahçeli; duy da bil! Sizler hala Aziz Yıldırım’ı omuzlara alıyorsunuz. Oysa ki Fenerbahçe’yi ihya eden kişi Haluk Ulusoy’muş…
Çok ayıp etmişiz adamcağıza. Üzüldüm şimdi!
Ulusoy’un söyleyecekleri bitmez. Fenerbahçe hakkında bir olumlu laf edince dayanamaz, Galatasaray’a bin vermesi gerektiğini hatırlar. Şimdi gülmemek ya da kızmamak için sıkı durun:
“Olimpiyat Stadı’na 125 ile 150 milyon dolar arasında para harcandı. G.Saray burada oynamak için para almalı. Çünkü birçok sorunu var. Biz bu stadın ağaçlandırılması için her yere müracaat ettik, bize kimse olumlu yanıt vermedi. Yarın Galatasaray, Şampiyonlar Ligi’nde burada bir kazaya uğrar elenirse, bunun zararını kim karşılayacak? Taraftar bu stada 2.5 saatte giriyor, 2.5 saatte çıkıyor. Gününüz yollarda geçiyor. Bu moralle stada gelen taraftarın etkisi de motivasyonu da biter.”
17 Eylül 2003 tarihinde Çaykur Rizespor Genel Sekreteri Mustafa Tüylüoğlu bir basın toplantısı düzenleyerek federasyonun art niyetli olduğunu idda eder. Gerekçesi ise Ç. Rizespor’un Trabzonspor maçında cezalı oyuncu Özgür Vurur’u oynattığı gerekçesiyle hükmen mağlup sayılmasıdır. Tüylüoğlu, “Özgür’ü geçen hafta, İstanbulspor maçında da kadroya aldığımız halde Futbol Federasyonu bizi neden uyarmadı?” der.
Tüylüoğlu, Beşiktaş, Galatasaray, Fenerbahçe veya Trabzonspor’un böyle bir olay başına gelmesi halinde Futbol Federasyonu’nun sözkonusu kulüpleri uyaracağını savunarak, şöyle konuşur:
“Burada federasyon art niyetli davranmıştır. İstanbulspor maçından sonra Trabzonspor maçı olmasaydı belki de federasyon bizi uyarırdı. Ancak Trabzonspor ile maçımızın olduğunu bildikleri ve federasyon Trabzon ağırlıklı olduğu için böyle bir olayın yaşandığını düşünüyorum. Çünkü Trabzonspor maçını kazanmamızın ardından federasyon cezamızı hemen anında gönderdi. Olayları bu kadar iyi takip eden federasyon İstanbulspor maçında kadroya aldığımız arkadaşımızı, oynatacağımızı forma numarası ile bildirmiş olmamıza rağmen bize uyarıda bulunmadı.”
24 Eylül 2003 tarihinde Galatasaray Kulübü Başkanı Özhan Canaydın ile 2. Başkan ve Basın Sözcüsü Ali Dürüst ve yönetici Refik Arkan, Futbol Federasyonu’na sürpriz bir ziyaret yaparak, Başkanvekili Ata Aksu ile görüşürler.
Canaydın yaklaşık 1,5 saat süren toplantıdan sonra yaptığı açıklamada şunları söyler:
“Galatasaray’ın hakkını kimseye yedirtmeyiz. Kulübümüzün menfaatleri için gereken neyse onların temasını yaptık. Fenerbahçe maçında yaşananları konuşmaya gerek yok. Çünkü tepkiler ortada.
Galatasaray’ın haklarını sadece ben ve yönetimim değil, hiçbir Galatasaray yönetimi yedirtmez. Galatasaray, örflerine uygun, kendine yakışır bir şekilde hareket ediyor. Taraftarımız müsterih olsun. Biz de Federasyon da dimdik ayaktayız.”
Ata Aksu ise görevlerinin bütün kulüplere eşit şekilde davranmak olduğunu ifade ederek, “Kimsenin hakkını kimseye verecek değiliz. Bizim temennimiz hiçbir zaman hata yapılmaması. Bununla ilgili eğitim çalışmaları zaten sürüyor. Galatasaray-Fenerbahçe maçında 1 dakika içinde hata yapılmıştır” der.
Körler sağırlar, birbirini ağırlar!!!
20 Ekim 2003’de, Bursaspor – Fenerbahçe maçı ertesinde, Fenerbahçe Kulübü Yönetim Kurulu Üyesi İlhan Ekşioğlu bazı açıklamalar yapar. Ekşioğlu bazı kurumların görevini iyi yapmadığını söyleyerek, “Federasyona gidip konuşmamıza gerek yok. Bursaspor maçından sonra verdiğimiz mesaj açık. Herkes ayağını denk alsın, şapkasını önünü koysun. Özellikle deplasmanda oynadığımız maçlara yetersiz hakemler veriliyor. Neden Serdar Tatlı, Ali Aydın ve Bülent Uzun bizim maçlara verilmiyor” der.
Ekşioğlu, Bursaspor maçının ardından futbolun değil, hakem hataların ön plana çıktığını ve hakemin sonuca direkt tesir ettiğini öne sürer. Bursaspor maçında ataklarının ofsayt diye kesildiğini, penaltılarının verilmediğini öne süren İlhan Ekşioğlu, “Ayrıca maçta 6 oyuncu değişikliği yapılmış, 5-6 dakika uzaması lazım, 2 dakika uzatılıyor. Hakem 90 dakika uyarmadığı Hagi’yi uzatmada uyarıp, hem 1 dakika çalıyor hem de son dakikalarda ataklar yapan Fenerbahçe’nin hızını kesiyor. Sonra da maçı zamanından erken bitiriyor” diye konuşur.
Ekşioğlu, hakem İsmet Arzuman’ın [evet evet, o, Poşet İsmet] son 3 haftada 2 maçlarına verildiğini belirterek, “Hakem atamalarında sorun var. Hakem kararlarında da standart yok” der. Fenerbahçe’nin özellikle deplasmanda oynadığı maçlara yetersiz hakemlerin verildiğini ileri süren İlhan Ekşioğlu, “Yanlı kararlar veren, yanlı tutum sergileyen hakemler bize veriliyor. Arzuman, 3 haftada 2 maçımızı yönetiyor. İsmet Arzuman, geçen sezon Elazığspor maçını katletmişti, yaptırdığı anonslardan sonra da sahamız bir maç kapatıldı. Dün Bursa seyircisi 90 dakika küfür etti, bir anons yaptırmadı. Türkiye’de ‘I love you Şenol’a anons yaptırılıyor, bu küfürlere anons yaptırılmıyor. Hakem kararlarında standart olmasını istiyoruz. Merkez Hakem Kurulu’nun (MHK) Fenerbahçe’ye karşı bir tavrı var. Bu hakemin kararları hep tartışma yaratıyorsa, neden ısrarla bize veriyorsun? Bunda ısrar etmenin faydası yok, dinlendireceksin” der.
Ekşioğlu, ilk 4 haftada 4 frikik golü kazandıklarını vurgulayarak,”Artık Fenerbahçe’ye frikik de verilmiyor, pozisyonlar geçiştiriliyor. Yardımcı hakemler de artık sabır taşırmaya başladı” diye konuşur.
Frikikler konusunda aynı serzenişi daha sonra Pierre van Hooijdonk da yapacaktır.
Fenerbahçe’nin Galatasaray ile yaptığı maçtan sonra sarı-kırmızılıların hakemlerle ilgili açıklamalarının bir baskı oluşturduğunun görüldüğünü anlatan Ekşioğlu, “Galatasaray haksız yere sesini çok yükseltmişti. Rakiplerimiz federasyonun üzerinde baskı oluşturup istedikleri hakemlerle maç oynuyor” der.
İlhan Ekşioğlu, Çaykur Rizespor Kulübü Başkanı Ekrem Cengiz’in Galatasaray maçından sonra yaptığı açıklamaların, Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy tarafından dikkatle dinlenmesi gerektiğini kaydederek, “Diyarbakırspor da Beşiktaş maçından sonra hakeme tepki gösterdi. Türkiye’nin gözü önünde iki takımın da penaltıları verilmemiştir. Bundan sonra federasyon ve MHK’yi zor günler bekliyor” diye konuşur.
Ama ne federasyonu ne de MHK’yı zor günlerin beklemediği ilerideki günlerde, aylarda, hatta yıllarda görülür ne yazık ki. Zira adaletsizlikle mücadelede Fenerbahçe sürekli yalnız bırakılmaktadır.
Tersine, Ulusoy federasyonu ile zor günler Fenerbahçe’yi bekliyordur…
Aynı gün Fenerbahçe Asbaşkanı Mahmut Uslu da hakemleri ve federasyonu eleştirmektedir:
“Fenerbahçe sahipsiz değildir. Federasyonun atamalara özen göstermesi gerekiyor. Aynı hakem iki hafta önce maçımıza verildi.
Federasyon Başkanı olaylara sahip çıkmalı. Biz puan kaybedebiliriz, kazanabiliriz, önemli değil. Önemli olan ayrımcılık ve adaletsizliğin olmaması. Yetkilileri uyarıyoruz.
Kavga etmeden tepkimizi dile getiriyoruz. Artık ayıp oluyor. Geçen yıldan bu yana devam eden yanlışlıklar var. Sayın Haluk Ulusoy, olaylara sahip çıksın, yapamıyorsa görevini Kulüpler Birliği’ne teslim etsin.”
21 Ekim 2003 tarihinden bir haber:
Futboldaki hortumcuları yakalayın
Fenerbahçe Kulübü Başkanı, Bursa maçı sonrası 3 arkadaşına şunları söyledi: “Hortumcular… Madem ki hükümet hortumcuları ortaya çıkartıyor, futbolun hortumcuları da ortaya çıksın. En büyük hortumcular futbolun içinde. Çünkü en büyük menfaat, en büyük çıkar burada. Bunları toplayıp, temizlesinler.”
İsmet Arzuman’ın Bursa-Fenerbahçe maçını bitiren düdüğü ile birlikte ayağa fırlayan Aziz Yıldırım, Bursasporlu yöneticilerle vedalaştı ve hızlı adımlarla kapıda bekleyen yönetim minibüsüne doğru yöneldi.
Yanındaki üç arkadaşı Yıldırım’a yetişmek için adeta koşuyorlardı.
Her adımı ses getiriyordu. Bu arada ağzından dökülen öfke dolu kelimeleri işitmek için, arkadaki dostları adımlarını sıklaştırarak, Yıldırım’ın yanına gelmeye çalışıyorlardı.
Arabaya binene dek, bu öfke sürüp gitti… Daha sonra minibüste konuşulanlar dinleyenleri yerinden zıplatacak kadar ilginçti. Ve her biri bir olaydı…
Yıldırım’ın ses tonu ve suçlamaları her kelime sonrası biraz daha artıyordu… Ve yanındaki 3 dost dikkatle başkanı dinliyorlardı…
“Açın kulübe telefonu. Bir liste hazırlasınlar. Geçen yıldan bu yana Fenerbahçe’nin haksızlığa uğradığı maçların bir dökümanını çıkarsınlar. Tek tek ve atlamadan. Yeter be…”
3 arkadaştan biri, hemen harekete geçerek, kulübün telefonunu arıyor ve Başkan Aziz Yıldırım’ın direktiflerini tek tek sıralıyordu.
* * *
Ve başkanın öfkesi yol boyunca dinmeden sürüyordu… “Bütün Fenerbahçe derneklerini ayaklandırın. Hepsi harekete geçsin. Yahu, iyi oynamazsın, kötü futbol sergilersin. Bu başka şey. Bu, bizim işimiz. Ama sahadaki adaleti belirlemek de hakemin işi. Sen, benim kötü futboluma göre değil, sahadaki pozisyona göre düdük çalacaksın. Her maç aleyhimize çalınan düdükler canımıza okudu. Olmaz, hakemler Fenerbahçe’yi bu denli baskı altında tutamaz.”
Dostlardan biri araya girmese ve başkanı uyarmasa, duracağı yoktu Yıldırım’ın…
“Aman başkan, suratın kıpkırmızı oldu. Biraz sakin ol. Lütfen…”
Yine dostlardan birinin uyarısı ile şoför arabayı bir kenara çekiyor ve hep birlikte dışarı çıkarak, bir kaç dakikalık mola veriyorlardı… Bu arada başkan, minibüsün etrafında tek başına turlar atıyor, yine kendi kendine konuşuyordu…
* * *
Araba harekete geçtikten bir kaç dakika sonra herkes başkanın narası ile irkiliyordu….
“Yürüyüş ise, yürüyüş…”
Kimse bir şey anlamamıştı başkanın bu sözlerinden. Ama daha sonra her şey açıklık kazanıyordu… “Bu işin peşini bırakmak yok. Dernekler bir program hazırlasınlar. Her birlikte yürüyelim. Önce bir tarih tespit etsinler, söylediğim gibi bir program düzenlesinler. Başbakanlık binasına kadar yürüyüp, oraya bir siyah çelenk bıraksınlar. Futbol Federasyonu’nu, MHK’yı istifaya davet edeceğim. Ve sonuna dek bu işin peşini bırakmıyacağım.”
Yıldırım’ın öfkesi İstanbul’a dek hiç durmadan sürüp gidiyordu…
“Hortumcular… Madem ki hükümet hortumcuları ortaya çıkartıyor, futbolun hortumcuları da ortaya çıksın. En büyük hortumcular futbolun içinde. Çünkü en büyük menfaat, en büyük çıkar burada. Bunları toplayıp, temizlesinler.”
Aziz Yıldırım’ın her sözü, yanındakilerin hayret dolu bakışlarını biraz daha artırıyordu…
“Söyleyin, sizler ne diyorsunuz benim düşüncelerime…”
Kimsenin bir şey söyleyecek hali kalmamıştı, sadece başkandan sakinleşmesini istiyorlardı… Ve başkanın sinir dozajı her geçen dakika daha da artıyordu…
“Sayın Başbakan’a kadar gideceğim. Artık arkalarında eski siyasi güç yok. Siyasi gücü arkalarına alıp, istedikleri gibi at oynatamazlar. Yeter be… Bunlar hortumcu, hortumcu…. Hortumluyorlar Türk futbolunu…”
* * *
İstanbul’a gelene dek başkan hiç susmadan konuşmuştu. Hani, derler ya… Adeta, kurtlarını döküyordu başkan…
Dostlardan biri arabadan inecekti. İzin istedi… Ancak, inene kadar başkan yine haykırışını sürdürüyordu…
“Yahu, bir penaltı verilmedi, federasyonu bastılar. Bizim verilmeyen penaltılarımızı unutturdular. Bizi, haksız çıkardılar. Biz sustukça, onlar bağırıyor. Ve istediklerini kopartıp alıyorlar. Yok bundan böyle, biz de artık bu işin içindeyiz. İstedikleri gibi at oynatamayacaklar. Siyasi gücün arkasına saklanamayacaklar.”
Yol biraz daha uzasa, yine devam edecekti başkan… Belki, daha ilginç şeyler söyleyecekti. Ama söyleyeceğini de söylemişti…
“Hortumcularla savaşacağım”
Girsin, boyunun ölçüsünü alsın
Fenerbahçe’de kongre kulisleri giderek kızışıyor… Şubatta yapılacak seçim öncesinde başkan Aziz Yıldırım ile eski futbol şube sorumlusu Sadettin Saran’ın adaylığı konuşuluyor. Henüz resmi açıklamada bulunmayan Saran’ın ciddi bir şekilde hazırlandığını gören Yıldırım da liste çalışmalarını hızlandırdı.
Yıldırım’ın yakın çevresine “Sadettin’in aday olmasını istiyorum. Girsin de boyunun ölçüsünü alsın” dediği sızan haberler arasında. Fenerbahçe’de başkanlığın her üyenin hakkı olduğunu dile getiren Yıldırım’ın “Kimseye niye aday olmuyor diye eleştiri yapmam. Başkanlık kimsenin tapulu malı değil. Adaylar çoğalmalı” dediği öğrenildi.
FENERBAHÇE’NİN HAZIRLADIĞI LİSTEDEKİ BAZI MAÇLAR
2001-2002 SEZONU
6. Hafta: G.Saray – Fenerbahçe: 2-0. 85 dakika şahsa yapılan küfürlere ses çıkartılmaması ve G.Saray’ın attığı ikinci penaltı. Aslında bu penaltılar normaldir diyenlerden fazla da ses çıkarılmadı (Arif faktörü): Hakem Metin Tokat
17. Hafta Y.Yozgat – G.Saray: 3-3. Sergen’e gösterilmeyen kırmızı kart ve son dakikada uydurulan penaltı. Hakem Selçuk Dereli.
2002-2003 SEZONU
1. Hafta: Washington’un Trabzon deplasmanında sayılmayan çok net golü. Hakem Kuddusi Müftüoğlu
7. Hafta: Cips poşetine kapatılan saha. Ortega’nın 2 Elazığsporlu tarafından biçildiği karşılaşma. Hakem İsmet Arzuman.
21. Hafta: G.Saray – Malatya maçında Suat Usta’nın sarı kartı varken topu elle kesmesi. Hakan Ünsal’ın rakibini tokatlaması. Hakem Ali Aydın.
2003-2004 SEZONU
1. Hafta: İstanbulspor maçında Muhittin Boşat, Van Hooijdonk’un frikiğinin elle durdurulmasına rağmen penaltıyı vermedi.
3. Hafta: Bursa deplasmanında G.Saray 1-0 gerideyken Bursaspor’un verilmeyen nizami golü. Hakem Serdar Tatlı
6. Hafta: G.Saray maçında Luciano’nun penaltı pozisyonundan bahsederken Fenerbahçe’nin 2 penaltısı verilmedi. Hakem Muhittin Boşat
9. Hafta: Beşiktaş-Diyarbakır maçında misafir takımın verilmeyen penaltısı. Hakem Bülent Demirlek.
20 Ekim 2003’de hakemlere bir eleştiri de Fenerbahçeli Pierre Van Hooijdonk’tan gelir. CNNTürk’te yayınlanan Taraftaria programında İhsan Topaloğlu’nun sorularını yanıtlayan Hollandalı futbolcu şunları söyler:
“Hakemler bugüne kadar 5-6 net kritik pozisyonda penaltılarımızı veya frikiklerimizi vermedi. Hakemler bizim lehimize frikik kararı vermekten korkuyor. Diğer takımlar kadar frikik kazanamıyoruz. ‘Bu frikiği verirsem, Hooijdonk buradan gol atar’ diye düşünüyorlar. Bu yüzden de yüzde 100 emin olmadıktan sonra frikik vermiyorlar. Lehimize bugüne kadar sadece bir tane hakem hatası oldu. O da G.Saray maçında Luciano’nun topu elle kestiği pozisyon. Fakat bizim 5-6 tane yüzde 100 penaltı veya frikiklerimiz verilmedi. Örneğin Bursaspor maçında Semih’in düşürülüşü kesin penaltıydı.”
22 Ekim 2003’de Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, eski hakemlerden Sadık İlhan’ın, futbol maçlarında şike yapıldığı yönündeki iddialarıyla ilgili olarak, “Delil varsa üstüne gidilir” der.
Şike iddialarıyla ilgili olarak Futbol Federasyonu ya da Merkez Hakem Komitesiyle herhangi bir irtibat kurmadığını ifade eden bakan Şahin, “Ben hukukçuyum. Bu konularda delil olmadan yorum yapmak yalnış olur. Spora düşürülebilecek en büyük gölde şike ve şike iddialarıdır. Bu iddiaları ortaya atan eski hakem Sadık İlhan’ın, delilleri varsa ilgili mercilere vermesi halinde gereken yapılır, üzerine gidilir. Bunu takip ediyorum” diye konuşur.
Sanki aylar öncesinde devletin izinli ve resmi teknik takibine girmiş aleni şike görüşmelerine karşı bir şey yapılabilmiş gibi…
Ne kadar ilginç; orada da adı en sık geçen Sadık İlhan’dır…
Ulusoy’un her olumlu şeyi kendisine mal edip, tüm sorunları başkakarına yıkmasına Şenes Erzik de dayanamaz.
Ulusoy’un, “Masaya yumruğunu vursun” diyerek pasif kalmakla suçladığı UEFA Asbaşkanı Şenes Erzik,18 Kasım 2003’de “güzel şeyler olduğu zaman Erzik’in adı anılmıyor. Ama iki hakem hatası oldu mu Şenes Erzik hatırlanıyor’’ der.
Ulusoy’un açıklamalarına yanıt veren Erzik, şunları söyler;
“Letonya, dünya sıralamasında 70. sırada. Türkiye ise yedinci. Maçtan sonra tüm yorumları okudum, dinledim. Letonya’nın tuzağına düştük. Oyunlarını bize kabul ettirdiler. Maçın hakemi gergin ve sinirliydi. Veissiere İrlanda ile Bursa’da oynadığımız 2000 Avrupa Şampiyonası baraj maçını yönetti. Yani, ‘nereden çıktı bu hakem?’ denecek bir isim değil. O zaman Haluk Ulusoy dahil herkes beğenmişti hakemi.
Hatta Milli Takım Sorumlusu bir sohbetimiz sırasında, ‘İngiltere maçına Veissiere gelir mi acaba?’ diye sormuştu. Letonya maçında bu hakem iyiydi demiyorum. Ama sonuca etki edecek hatasını kimse görmemiş, ben de görmedim.
‘Letonya maçına davetli değildi, ama olmasa da kendisi gelmeliydi’ diyorlar. Ben sıradan bir taraftar değilim. UEFA 1. Asbaşkanıyım. FIFA İcra Kurulu üyesiyim. Daha da önemlisi Futbol Federasyonu Onursal Başkanıyım. Eğer Türkiye Futbol Federasyonu, Onursal Başkanı’nı yurt dışındaki bir maça davet etmiyorsa ve elini kolunu sallayıp gelmesini bekliyorsa asıl ayıp budur.
Tavsiye ediyorum, götürdükleri davetlilerin listesine bir baksınlar. Milli takım hepimizin takımı. Maçtan önce böyle bir açıklama yapmak istemezdim. Fakat başkan, direkt şahsımı muhatap alıp bu talihsiz açıklamayı yaptığı için cevap vermek durumunda kaldım.”
Evet, Ulusoy her türlü olumlu icraatı kendisine mal etmektedir. Hatta Ebru Köksaldı’nın 26 Ocak 2007’de yazacağı gibi “adam öldürse neredeyse ‘Ama biz Türkiye’yi dünya üçüncüsü yaptık’ diye beraatını isteyeceği” bir tarzda yapar bunu. Peki şu aşağıdakileri TFF değilse kim sahiplenecektir
20 Kasım 2003 – Yeter! Bitsin bu rezalet
Bize birşeyler oldu. Daha düne kadar ay-yıldızlı takımımızın başarıları yanında tribündeki renkli taraftarımızla da örnektik. Ancak son dönemde Fair-Play’i hiçe sayıyoruz ve hep olayların içinde yer alıyoruz. Olaysız maçımız geçmiyor. Sonra da kendimizi savunuyoruz. Yani hem suçta varız, hem de haklıyız diyoruz.
Tüm bunların yanında UEFA’daki suç dosyamız da her geçen gün kabarıyor. Kritik İngiltere maçında soyunma odası koridorlarında gerekli önlemleri almadık, kavgayı önleyemedik ve tüm şimşekleri üzerimize çektik. Daha bunun Türkiye üzerindeki olumsuz etkisini silemeden Ümit Millilerimizin Almanya maçında sinirlerimize hakim olamadık.
Tamam Alman teknik direktör Stielike haddini aşan, politik, küstahca bir açıklama yaptı, ancak ya bizim yaptıklarımız. Milli marşa saygı göstermiyoruz. Üstelik onların sevincine engel oluyoruz. Kaleci Volkan, bir Almanı yere indiriyor, yedek Beyhan sahaya girip rakip futbolculara saldırıyor.
Tribünlerden pet şişeler yağıyor. Statta güvenliği sağlamıyor, olaylara yine çanak tutuyoruz. Her başarısızlıkta da hakemleri hedef gösteriyoruz. Artık buna bir son vermenin zamanı geldi. Yoksa, Türk futbolu ve milli takımımız güçlüklerle edindiği yeri, bir sinir krizinde kaybedecek.
Ümit Milli Takımlar Sorumlusu Levent Kızıl, Alman Ümit Milli Takımı Teknik Direktörü Ulrich Stielike’nin maçtan sonraki sözlerine tepki gösterdi. “Stielike terbiyesizlik yaptı” diyen Kızıl, Alman hocanın, “2 milyon Türk’e iş veren bir ülkeyiz” sözleriyle haddini aştığını belirtirken, “Kendisini çalışma bakanı mı zannediyor? Biz Almanya’nın sömürgesi miyiz? Terbiyesiz, başına büyük dert aldı” yorumunu yaptı.
Türkiye ile Alman Ümit Milli takımları arasında önceki akşam oynanan maçtan sonra çıkan olayları Alman basını skandal olarak değerlendirdi. Radyolar haberi ilk sırada vererek “İstanbul’da görülmemiş skandal yaşandı” dedi. Maç sonrası yaşanan olaylar televizyonların teleteks sayfalarına da konu oldu. İstanbul’da 1-1 sona eren maçtan sonra polis ve güvenlik görevlilerin Alman futbolcularına saldırdığını ileri süren Alman basını, yaşanan olayları inanılmaz olarak yorumladı.
Bir yazı daha:
09 Aralık 2003 – Adamı deli ederler (Erman Toroğlu)
Samet sen çok safsın. Diyeceksin ki, “Yahu Erman Hoca sen de mi delirdin?”
Samet, ben delirmedim. Beni Türkiye’de olanlar delirtiyor. Federasyon temsilcisi raporunda, sahaya giren iki adamın cezai ehliyetinin olmadığını yazmış. Yani “akılları noksan, deli” demiş.
Türk futbolunda öyle şeyler oluyor ki, inanılması mümkün değil. Sonra da diyoruz ki: “Zurnanın son deliği Letonya’ya niye elendik?” Bizi Letonya da eler, Uganda da. Çünkü, şu anlatacağım olaylar, dudak dahil her tarafınızı uçuklatır.
Türkiye’de hukuk denen bir düzen var. Bir de adalet. Türk insanı adalete inanıyor mu? Ben inanmadığı fikrindeyim. Çünkü ben de inanmıyorum. Aslında, bu kullandığım cümle suç. Savcının bir tanesi, “gel buraya arkadaş” der, istediğini yapar.
Bizde sistem, sahtekarların, düzenbazların, üçkağıtçıların lehine işliyor. Nasıl mı? Eğer bir bankayı hortumlayacaksanız, yolsuzluk veya kapkaç yapacaksanız önce kanunu açacaksınız. Oradaki bir kısmı Arapça, bir kısmı Farsça olan cümlelere bakacaksanız.
Samet sen çok safsın
Oradaki açıkları bulduktan sonra artık siz istediğiniz suçu işleyebilirsiniz. Çünkü siz, o suçu işledikten sonra ne kadar komik ceza alacağınızı veya almayacağınızı artık biliyorsunuz demektir.
Buraya kadar yazdıklarım benim hayattan ve üniversitede aldığım hukuk dersleriyle ilgili. Şimdi sadede gelelim.
Samet Aybaba, sen delisin. Niye mi? “Bizim seyircilerimizden sahaya girenler oldu. Trabzonspor’un sahası kapatılmalıdır” diyerek beyanat verdin. Samet sen çok safsın. Hani o senin teknik direktör olduğun Elazığ maçında sahaya girenler var ya, deli olduklarını biliyor muydun?
Diyeceksin ki, “Yahu Erman Hoca sen de mi delirdin?” Samet, ben delirmedim. Beni Türkiye’deki olanlar delirtiyor. Sevgili Samet, o maçta sahaya giren seyirciler yüzünden Trabzonspor’a ceza gelmedi. Neden olduğunu biliyor musun? Çünkü, maçın gözlemcisinin raporunda sahaya girenler hakkında en ufak bir cümle yok. O görmemiş. Demek ki, başka tarafa bakıyordu. Çünkü birileri bir tarafa bakarken, diğerleri başka tarafa bakmaya mecbur sevgili Samet.
Raporda neler yazılmış?
Peki şimdi diyeceksin ki, “Yahu Erman Hoca, bu maçın bir de temsilcisi var. Yani Futbol Federasyonu Başkanı, Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu’nu temsil eden. O ne yapmış?” Bak Samet, zaten bütün olay burada. O ne yapmış biliyor musun? O, sahaya giren bu iki adamın cezai ehliyetinin olmadığını yazmış. Yani “akılları noksan, deli” demiş.
Bak Samet, Türkiye Futbol Federasyonu’nun temsilcilerinin ne muazzam insanlar olduğunu şimdi anladın mı? Bunlar yalnız temsilci değil, araştırmacı temsilci. Yani bir yerde bunlar Mazhar Osman.
Adam tribünden sahaya girenlerin tuhaf insanlar olduklarını bir anda çözmüş. Herhalde yukarıdan vahiy gelmiş. Bu temsilci kim bilmiyorum. Ama raporunda bunları yazdığını biliyorum.
Eğer Futbol Federasyonu’nun yüreği yetiyorsa, o temsilcinin adını ve raporunu açıklasın. Olayı yazmayan gözlemcinin adını versin, açıklasın. Amaaa… Şimdi bu yazıdan sonra o temsilcinin raporu değişir mi? O değişirse bu sefer ben birkaç şey daha yazacağım. Herkes hesabını iyi yapsın.
Bu işlerin sonunda ne oldu? Trabzonspor’a ceza gelmedi. Yani sahaya girenler deliydi. Rapora göre tabii. Ben olsam, ne kadar deli varsa, bundan sonra sahaya salarım. Ceza filan gelmez. Ancak bizim federasyon, delileri kabul ediyor da, dinine yandığımın UEFA’sı kabul etmiyor
UEFA Asbaşkanı Şenes Erzik 16 Aralık 2003’de “11 Altın Adam” yarışmasında basın mensuplarının sorularını yanıtlar Erzik, İngiltere ve Letonya maçları sonrası Haluk Ulusoy ile gerginlik yaşayıp yaşamadığıyla ilgili soru üzerine, “Benim kimseyle atışmam olmadı. 23 Kasım’dan bu yana 1-2 gün dışında hep yurtdışındaydım. Ulusoy’un ne dediği, demediği hakkında bilgim yok. Ayrıca sizlere sormak isterim, Türk futbolunun başındaki bir insanla, UEFA’daki 2. başkan arasında olacak gerginleşmenin kime yararı olur?” diye konuşur
Hakem atamaları ve milli takımın aldığı kötü sonuçların ardından yapılan eleştirilere de değinen Erzik, “Hakemlerin zaman zaman hataları olabilir. Ama her seferinde kulüp ve federasyon yöneticileri mutlaka hata yapan birini aramak yerine ‘Ben nerede hata yaptım’ demeli. Ayrıca milli takım ile benim aramda bir bağlantı göremiyorum, ben federasyon başkanı değilim” der
UEFA’nın, İstanbul’daki terör olayları sonrası Beşiktaş ve Galatasaray’ın Avrupa Şampiyonlar Ligi maçlarını tarafsız sahaya alma kararının sadece sportif olmadığını, siyasi bağlantılarının bulunduğunu söyleyen Şenes Erzik, “UEFA bu kararı alırken, büyük ülkelerin dışişleri ve büyükelçiliklerinden görüş alır. Kararlar öncesi İngiltere ‘Türkiye’ye gitmeyin’ dedi. Buna UEFA’nın gözünü kapaması imkansızdı. Siyasi bağlantıyı gözden kaçırmamak lazım” diye konuşur
25 Aralık 2003 tarihinde Merkez Hakem Kurulu (MHK) Başkanı Bülent Yavuz, hakemlerin günah keçisi yapılmasından rahatsız olduklarını belirterek, “Bir olayın kural hatası mı, yoksa hakem hatası mı olduğu, günlerce tartışılıyor. Ancak bunun doğrusunu bize soran yok. Yapılan olumsuz yayınların art niyetli olduğu fikrindeyim” der.
Erman Toroğlu ise “MHK, hakem tayinlerinde özgür hareket edemiyor” iddiasında bulunur.
Türkiye Spor Yazarları Derneği’nin düzenlediği 41’inci Yıl Sporun Zirvesi Semineri açılış konuşmasını Spordan Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin’in yaptığı ve 2 gün sürecek seminerin ilk oturumunda ”Adalet dağıtıcıları veya günahkarları” konusu ele alınır. Milliyet Gazetesi Spor Müdürü Necil Ülgen’in başkanlık ettiği oturuma konuşmacı olarak Merkez Hakem Kurulu (MHK) Başkanı Bülent Yavuz ve Hürriyet Gazetesi yazarı yorumcu Erman Toroğlu katılır. Hakemlere değinen Bülent Yavuz, şöyle konuşur:
“Hakemlerin duygusunu bilen yok. Sadece birkaç spor yazarının düşüncesine tabi olarak hakemlerin yargılanmasını yanlış buluyorum. Bir müsabaka öncesi bir hakem tayiniyle ilgili olarak 48 saat yayın yapılıyor. Bu yayınların büyük bölümü de menfi yönde oluyor. Bu tür yayınlardan sonra sahaya maç izlemek için gelen 50 bin kişi de yayınlardan etkileniyor. İşte tel örgüler de bunun için kırılıyor. Bir olayın kural hatası mı, yoksa hakem hatası mı olduğu, günlerce tartışılıyor. Bir pozisyonla ilgili tüm yorumcular farklı kararlar verebiliyor. Ancak bunun doğrusunu bize soran yok. Ben ülke futbolunun çağ atlaması için bu göreve talip oldum. Benim bulunduğum koltuğa gelmek isteyen bir çok eski hakem var. Yapılan bu olumsuz yayınların art niyetli olduğu fikrindeyim.”
Erman Toroğlu ise bazı spor yazarlarının kendisine yönelik eleştirilerini hatırlatarak şunları söyler:
“Ben uzun yıllar kabzımallık yaptım. Sonra futbolculuk, hakemlik, şimdi ise gazetecilik yapıyorum. İnsanların eskiden yapmış oldukları mesleklere göre yargılanmasına karşıyım.
MHK, hakem tayinlerinde özgür hareket edemiyor. Futbol Federasyonuïda özerk olmasından istifade ederek, hakem tayinlerinde rol oynuyor. Maçlardan sonra hakemler hakkında verilen raporların da açıklanması gerekir.
Bülent Yavuz hakemlerin ilk yarıdaki başarı oranını açıklasın.”
Bunun üzerine Yavuz, rakamsal bir oran veremeyeceğini ifade ederek, “Süper Lig’i değerlendirdiğimizde hakemlerimizin başarısı bu yıl geçmiş yıllara göre biraz düşük oldu. Başarımız yüzde 51’in üzerindedir” der. Yavuz, önümüzdeki yıllarda iyi derecede İngilizce bilmeyen bir hakeme Süper Lig’de de görev verilmeyeceğini dile getirir.
Spordan Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin, açılış konuşmasında
“Göreve geldiğimiz günlerde Gençlik Spor Genel Müdürlüğü’ne sizin aranızdan olan Mehmet Atalay’ı getirdik. Atalay’la birlikte sporun hiç bir branşına siyaseti karıştırmama kararı aldık. Sporda yeniden yapılanmanın gerektiğine inandık. Spor Yüksek Kurulu oluşturuldu. Henüz kanunlaşmayan ve taslak halinde bulunan bu tasarının dışında acil çıkartılması gereken bazı yasalar da çıkarıldı. Eğer bu toplantı sonunda bu tasarıya ilave edilmesi gereken maddeler olursa, bunları da değerlendiririz”
der.
HALUK ULUSOY DOSYASI – 9
14 Temmuz 2000’de ise Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu, 1. Lig kulüplerinin 2000/2001 sezon kadrolarında en fazla 6 yabancı oyuncu bulundurabileceği kararını alır. Bu oyunculardan 5’i sahada yer alırken, 1’i tribünde oturacaktır.
Yaklaşık 8 saat süren toplantıdan sonra bir açıklama yapan Asbaşkan Ata Aksu, ‘‘1. Lig’de yer alan kulüplerimiz, 2000-2001 sezonunda en fazla 6 yabancı oyuncu ile sözleşme yapabilecek. Bunlardan 5’inin futbol müsabaka listesinde yer alabilmesine ve oynatılabilmesine karar verdik. Yani kulüpler, diğer oyuncuyu tribünde tutacak. Ayrıca 6. yabancı için, federasyona 50 bin dolar ödeme yapacak’’ diye konuşur.
Hemen ertesi gün TFF kararına tepkiler başlar.
Başta Fenerbahçe, Beşiktaş ve Galatasaray olmak üzere, 18 kulübün oluşturduğu Birinci Lig Kulüpler Birliği, Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu’nu verilen sözleri tutmamakla suçlayarak, ‘‘5 artı 2 için karar alınmıştı’’ yorumunu yaparlar ve kararı protesto ederler.
Fenerbahçe Asbaşkanı Murat Özaydınlı, kararın Türk futboluna bir faydası olmayacağını savunarak, “Bu kuralı hiç çıkarmasalardı daha iyi olurdu. Milyonlarca dolar ödenerek alınacak yabancı futbolcuyu tribünde oturtamayız” derken Mahmut Uslu da, “Ya 6 oyuncu oynamalıydı, ya da 5+2 çıkmalıydı” yorumunu yapar.
Karara en sert tepki gösterenlerden biri de Beşiktaş Kulübü Başkanı Serdar Bilgili olur. Bilgili, “Ben 5 artı 2’nin çıkmasını bekliyordum” derken, “Serbest piyasa ekonomisinin yararlarını düşünmeyen bazı geri kafalılar futbolu da eski zihniyetle yönetmeye kalkıyorlar” ifadesini kullanır.
G.Saray Asbaşkanı ve Basın Sözcüsü Ali Dürüst, federasyonun kulüplerin isteği doğrultusunda karar almadığını vurgulayarak, “Biz 5+2’yi isterken, beş yabancıyı ilk 11’de, geri kalan iki futbolcuyu da 18 kişilik kadroda olacak diye istedik. Transfer planlarımızı da buna göre yaptık. Ancak açıklanan bu karar sadece bizim değil hiçbir kulübün işine gelmez” der.
Türkiye Kulüpler Birliği ve G.Birliği Başkanı İlhan Cavcav, “Bu kararı protesto ediyorum” derken şu açıklamayı yapar: “Federasyon bize verdiği sözü tutmadı. Birlik olarak önümüzdeki günlerde toplanıp bu tutumun değerlendirmesini yapacağız. 5 artı 2’nin amacı sadece 7 oyuncunun oynaması değil, aynı zamanda kulüplerimizde kadroda tutulmayacak futbolcuların bedava gitmesini önlemekti” diye konuşur.
Birliğin Başkan Vekili ve Ankaragücü Başkanı Cemal Aydın da karara çok şaşırdıklarını belirterek, “Federasyon bu kararıyla kulüpleri hiçe saydı. Bunun adı dayatmadır. Biz bu federasyonu kulüplerin federasyonu sanıyorduk ama yanılmışız. Bizden 5 artı 2 için imza istediler, 17 imzayı ittifakla verdik. Madem 5 artı 1 gibi birşey yapacaklardı bizden niye öneri aldılar” diye konuşur.
Federasyon yabancı transferini 5+1 olarak açıklayınca Fenerbahçe Biscan, Galatasaray’da Boksiç’in transferlerini durdurur.
Profesyonel Futbolcular Derneği (PFD) Başkanı Turgay Şeren, Futbol Federasyonu’nun aldığı kararı, “Türk futboluna ihanet” olarak değerlendirir. Şeren, PFD adına şu açıklamayı yapar:
“Bu Futbol Federasyonu’ndan zaten başka bir karar beklemiyorduk. En önemlisi Şeref Has ve İsmail Dilber’in de bu kararın altına nasıl imza attıklarıdır. Gazozcu, otelci, işsiz, güçsüz bir takım insanlardan oluşan Federasyondan başka türlü bir karar beklenemez. Türk futboluna ihanet ettiler. İspanya, Almanya, İtalya, İngiltere, yabancı sayısını üçe düşürmeye çalışırken Futbol Federasyonu’nun bu sayıyı altıya çıkarmasına yazıklar olsun demekten başka yapacak bir şey yok.”
19 Temmuz 2000…
Futbol Federasyonu Başkanı, Mustafa Denizli’nin 500 bin dolarlık tazminatını ödemediği takdirde sahaya çıkamayacağını açıklar. Bu arada federasyon borçlarını ödemeyen kulüplerin sözleşmelerini tescil etmeyeceğini bildirir.
Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Fikret Ünlü ile görüşen Haluk Ulusoy, milli takım teknik direktörlüğü sözleşmesi imzaladıktan bir süre sonra Fenerbahçe’ye transfer olan Mustafa Denizli’nin tazminatının ödenmediğini ifade ederken bu bedeli mutlaka alacaklarını söyler.
Ulusoy ayrıca, yabancılarda 5 artı 1 uygulamasının yeniden gözden geçirileceğini açıklar. Ulusoy, “Kulüplerimizle ilişkilerimizi daha da geliştireceğiz. Onların iyiliği için çalışıyoruz, çalışmaya devam edeceğiz. Yanlış olan birşeyi saptarsak düzeltiriz. Kimseye 5 artı 2 ya da başka bir konuda söz vermedim. Ne dediysem arkasında dururum. Kulüpler Birliği’nin bu konuda yeni bir isteği var. Ben, demokratik bir başkanım. Kulüplerin federasyonuyuz. Konuyu yenide ele alıp, bir kez daha değerlendiririz” diye konuşur. İnsanın içinden “yesinler demokratik başkanı”demek geçer…
Futbol Federasyonu Türkiye Birinci, İkinci ve Üçüncü Lig kulüplerine bir bildiri göndererek borçlarının ödenmesi konusunda uyarıda bulunur. Federasyonun bildirisi şöyledir:
Futbol talimatnamesi 8-B maddesi hükümlerine dayanılarak futbol federasyonu yönetim kurulunun aldığı son karar gereğince, kulüplerin futbol federasyonuna, diğer kulüplere, futbolcu ve antrenörlere olan kesinleşmiş borçları ile ayrıca, FİFA ve UEFA kararları doğrultusunda yabancı futbolculara borçlu federasyonlara bağlı kulüplere, FİFA ve UEFA futbolcu temsilcilerine FİFA ve UEFA maç organizatörlerine ve antrenörlere olan kesinlenmiş borçların tamamını ödemeleri zorunludur. Aksi halde, sözleşmeler tescil edilmeyecektir. Sadece, o kulüp futbolcuları kendi kulüpleri ile mukavelelerini tescil ettirebilirler.
TFF bunu yollar yollamasına da, borçlar ayyuka çıkmışken, futbolcular alacaklarını tahsil edemedikleri gerekçesi ile yurt dışına kaçarken ve UEFA nezdinde kabul görürken nasıl olur da bazı kulüpler hala liglerde yer alabilirler, anlaşılmaz!
24 Temmuz 2000’de Merkez Hakem Kurulu, 2000-2001 sezonunda Birinci Lig’de görev yapacak 37 hakemi açıklar. MHK Başkanı Bülent Yavuz, sezonun hakemler açısından iyi geçeceğine inandıklarını belirterek, “Yeni sloganımız, cesaretli hakemleri desteklemek ve önlerini açmak olacak” der.
Hakemler şunlardır:
Oğuz Sarvan, Metin Tokat, Erol Ersoy, Muhittin Boşat, Mustafa Çulcu, Orhan Erdemir, Bülent Uzun, Murat Ilgaz, Yılnur Önen, Zafer Önder İpek, Ali Uluyol, Ferhat Gündoğdu, İbrahim Çınar, Harun Yiğit, Kuddusi Müftüoğlu, Kazım Erçakır, Sebahattin Şahin, İsmet Arzuman, Sadık İlhan, Reha Biçici, M. Selçuk Dereli, Ali Şahan, Cem Tosyalı, Musa Eryılmaz, Kadir Tozlu, Mustafa Kalkandelen, Metin Seval, İsmet Cengiz, Şahin Taşkınsoy, Ünsal Çimen, Sebahattin Bitirim, Çetin Sarıgül, Bülent Akkaşlı, Mutlu Çelik, Ali Aydın, Sabit Hacıömeroğlu, Serdar Tatlı.
28 Temmuz 2000 tarihinde, kulüplerin isteği üzerine 5+1 kuralında değişiklik yapılır.
Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu, altıncı yabancı futbolcunun da 18 kişilik kadroya alınabilmesine karar verir. Buna göre İlk 11’de yer alan yabancılardan birinin çıkması durumunda yedek bekleyen yabancı futbolcu oyuna girebilecektir.
16 Ağustos 2000 – Hürriyet’ten
Federasyonda usulsüzlük
Futbol Federasyonu’ndan bir keyfi uygulama daha.. Borcu olan kulüplere lisanslarını verip, sahaya çıkmalarını sağlayan Haluk Ulusoy yönetimi, FİFA ve UEFA talimatlarını hiçe sayıyor. Federasyonun bu sezon kendi yayınlayıp kulüplere gönderdiği, “Profesyonel Futbol Talimatı’nın 8.maddesinin b bendi’ne göre”, federasyona, futbolcuya, teknik adam ve menajerlere borcu olan kulüplere lisans vermemesi gerekiyor. Bu madde FİFA ve UEFA’nın da talimatlarıyla, uluslararası bir kural. Ancak federasyon bu sezon, G.Birliği Teknik Direktörü Samet Aybaba ile birçok hakem ve futbolcusuna borcu olan Vanspor’a iltimas geçti. Hukukçular, olayın UEFA veya FİFA’ya aksettirilmesi halinde, Futbol Federasyonu’nun ceza alabileceğini ifade ettiler.
Sadece Vanspor’u yazabilmiştir Hürriyet… Emin midirler acaba?
Tahkim Kurulu 8 Eylül 2000’de, Beşiktaşlı Karhan’ın cezasını bir maça indirir.
Slovak futbolcunun cezasında indirim yapılması siyah beyazlı camiada sevinçle karşılanırken, Fenerbahçe tepki gösterir.
Ahmet Hamoğlu;
“Fenerbahçe maçından çekiniyorduk ama şimdi gönlüm rahat”.
Atilla Kıyat;
“Sabrımızı zorlamayın”.
Karhan Rizespor maçında direkt kırmızı kart gördüğü için Profesyonel Futbol Disiplin Kurulu tarafından daha önce 2 maç ceza almıştır, bire iner.
2 Kasım 2000’de, Atatürk Kupası’nın töreni esnasında kupa verme krizi yaşanır.
Sürekli sürtüşme halinde olan Fikret Ünlü ile Haluk Ulusoy kupayı verme konusunda da anlaşamazlar.
Seremonide Bakan Ünlü, kupayı Beşiktaşlılara Haluk Ulusoy’un elinden kaparak verir. Olayı izleyenler “Ulusoy, kupayı Beşiktaş kaptanı Rahim’e verecekti. Rahim’in Kupayı başkanımıza verin dediği sırada, bakan kupayı Ulusoy’un ellerinden alarak Bilgili’ye verdi” diye anlatırken, Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy bu konuda şunları söyler:
“Atatürk Kupası’nda yaşanan tatsızlığı şanssız bir olay olarak yorumluyorum. Vicdanı olan her insanın gerçekleri gördüğü gibi kabul etmesi gerekir. Diyarbakır’da G.Saray ve Antalyaspor arasında oynanan Türkiye Kupası finalinde nasıl kupayı alıp elimle sayın Bakanımıza verdiysem, dün de aynı şeyi yapacaktım. Ancak olaylar farklı görüldüğü gibi gelişti. Federasyonumuzun düzenlediği bu organizasyona sayın bakan ve diğer yetkilileri ben davet ettim.
Dünyada bu tip organizasyonların nasıl olduğuna da bakılması gerekiyor. Böyle bir hadisenin yaşanması normal değil. Ancak ben devletime son derece saygılı bir insanım. Başında bulunduğum kurumu da en üst seviyeye taşımak isterim. Bunun için de çalışıyorum. İnsanların içinden ne geçirdiğini anlak mümkün değil. Yanlış birşey yaptığımı da sanmıyorum. Devletimizin bakanıdır. Bu konuda veya diğer konularda ne zaman beni görmek isterse ben hazırım”
Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Fikret Ünlü de Kupanın federasyon kupası değil Atatürk kupası olduğunu belirterek yaptığı açıklamada “Maç sonrasında stad hoparlörlerinden kupayı federasyon Başkanı Haluk Ulusoy’un vereceği açıklandı. Ancak Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Fikret Ünlü bir vücut çalımıyla kupayı alıp Beşiktaşılalara verdi şeklindeki haber kasıtlı ve yalan bir haberdir. Binlerce izleyicinin tanık olduğu gibi kupayı Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Fikret Ünlü’nün vereceği anons edilmiş ve gereği de yapılmıştır” der.
23 Kasım 2000’de Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Fikret Ünlü, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy ve diğer yöneticiler hakkında kamu davası açtığını bildirir.
Devlet Bakanı Ünlü, yaptığı yazılı açıklamada, Futbol Federasyonu’nun 1997, 1998 ve 1999 yıllarına ait faaliyetlerini soruşturan Başbakanlık Teftiş Kurulu’nun düzenlediği raporun, bakanlık tarafından Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na intikal ettirildiğini belirtir. Ünlü, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın da rapor doğrultusunda bu kişiler hakkında “Hizmet sebebiyle emniyeti suiistimal, bu şuça iştirak ve resmi mercileri iğfal” suçlarından dava açtığını kaydeder.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın, Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy ve diğer yöneticiler hakkında açtığı davada, Ulusoy ve Yönetim Kurulu üyeleri hakkında 1 yıl 9’ar aydan 11’er yıla kadar hapis cezası istenir.
Davada, Genel Sekreter Aydın Torunoğlu için de toplam 2 yıldan 12 yıla kadar hapis talep edilimektedir.
Davada, Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy, Başkan Vekilleri A. Ata Aksu, Mekki Başak, Yönetim Kurulu Üyeleri Nevzat Ergüney, Rahmi Magat, Nihat Saydam, Feti Heper, Ali İpek, Selami Özdemir, Mukan Perinçek, Ufuk Özerten, Orhan Saka, İsmail Dilber, Şeref Has ve Suat Mamat’ın cezalandırılmalarının istendiği Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 64. maddesi delaletiyle aynı kanunun 510, 522 ve 80. maddeleri, 1 yıl 9’ar aydan 11’er yıla kadar hapis cezasını öngörülmektedir.
Federasyon danışmanları Hüsnü Hayali, Burhan Satır, Mehmet Yılman, Selim Killi, Özkan Sümer, Muhsin Bayar ile idari ve teknik personelden Gürel Torağanlı, Oya Kali ve Esra Elibolu’un da aynı maddeler gereği aynı cezalara çarptırılmaları istenmektedir.
Denetim Kurulu Üyeleri Engin Berker, Refik Arkan, Sezai Onaral, Hüsnü Güreli, Asım Özgözükara, Vehbi Karabıyık ve Engin Tekarslan ile idari ve teknik personelden Gıyasettin Şenman, Haldun Kozakoğlu, Ümit Ülger ve Çiğdem Ertan’ın da aynı maddeler uyarınca cezalandırılmaları istenirken, TCK’nın 65/3 maddesinin uygulanması suretiyle bu cezaların 10 ay 15’er günden, 5 yıl 6’şar aya indirilmesi öngörülmektedir.
Genel Sekreter Aydın Torunoğlu’nun ise “resmi mercileri iğfal” suçundan TCK’nın 343/1 ve 71. maddelerine göre 3 aydan 1 yıla, TCK’nın 510, 522 ve 80. maddeleri uyarınca da 1 yıl 9 aydan 11 yıla, toplam olarak da 2 yıldan 12 yıla kadar hapsi istenmektedir.
35 arkadaşıyla birlikte hapis istemiyle dava açılan Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy, “Bizim açımızdan herhangi bir hukuki sakınca yok. Doğru bulduğumuz yolda ilerleyeceğiz. Bugüne kadar Türk Futbolu’nun yararı dışında hiçbir icraat yapmadık” diye konuşur. Hakkında 12 yıla kadar hapis cezası istenen Federasyon Genel Sekreteri Aydın Torunoğlu ise tüm suçlamaları reddettiklerini belirterek, “Bunlar hayal mahsulü iddialar. Biz haziran ayında yapılan genel kurulda ibra edildik ve aklandık” der.
25 Kasım 2000’de Futbol Federasyonu’nun eski basın sözcüsü Ufuk Özerten, Haluk Ulusoy ve ekibini topa tutar:
“Yıllarca mücadele ettiğim, karşı olduğum bazı şeylerden dolayı suçlanmam zoruma gidiyor” diye söze giren Özerten, 8 yıl hizmet verdiği Futbol Federasyonu’ndan ayrıldıktan sonra uzun süre sessiz kaldığını, kendisine bir şeyler sorulmasını beklediğini ancak, müfettişler dahil kimsenin kendisine bir şey sormadığını belirtti. “Soruşturma yapan müfettişlere gittim. ‘Benim bildiklerim var. Bana bir şey sormayacak mısınız?’ dedim. ‘Soracağız’ dediler, ancak bugüne kadar ne gelen var ne giden.
Görev yaptığım süre içinde birçok konuda Haluk Ulusoy ve arkadaşlarını uyardım, ancak dinletemedim. O kadar çok yanlış var ki, bazı olaylar belki hukuki olarak kabul edilebilir, ancak ahlaki değil.
En büyük yanlış da Trabzon’daki Haluk Ulusoy Tesisleri’nin ihalesinde yapıldı. Bu ihale 3 kez sudan sebeblere iptal edilmiştir. Düşünün, ayın 24’ünde ayın 30’unda yapılmak üzere ihale kararı alıyorsunuz, sonra da Trabzon Belediyesi’nin 23’ünde gönderdiği bir yazıya dayanarak bunu iptal ediyorsunuz. Öyle ise bu kararı neden aldınız? Bu ihaleye girmesi için bir arkadaşıma söyledim. Ancak sonra, arkadaşımın ihaleden çekilmesi için bana ve kendisine baskı yapıldı. Daha sonra ihale oldu bittiye getirildi. Ve arzulanan kişiye verildi. Bu konuda kendilerine yanlış yapıldığına dair yazı yazdım. Federasyon başkanı, başkan vekilini bana soruşturma için gönderdi. Ben de muhalefet şerhimin arkasında durduğumu söyledim. Bazı şeyleri sigara dumanı gibi görüyorsunuz ama bir şey yapamıyorsunuz.
Yanlışlıklar sadece bunlarla sınırlı değil.
Türk Milli Takımı’nın katılmadığı Fransa’daki Dünya Şampiyonası’nı federasyondan kimler izlemiş, kimlerin parası ödenerek buraya götürülmüş, açın bakın neler göreceksiniz. İstanbul’da bir günde bir kişiye 20 maçta gözlemci parası ödenmiş. Yine İstanbul’da 6 ayda oynanan 4 binin üstünde maçın 2 bin küsürünün parasını 6 kişi almış. Bunları söyledim, kötü kişi oldum. Soruşturma için Engin Berker’i gönderdiler, kendisine, ‘Abi, noteri çağır öyle konuşayım’ dedim. Bana ‘gerek yok’ dedi. Her şeyi anlattım. Raporunun bir kopyasını bana da göndereceğini söyledi. Oradan da hala bir şey gelmedi.”
***
3 Ocak 2001 tarihinde Birinci Futbol Ligi maçlarının TV’den naklen yayın hakkını elinde bulunduran Teleon’un yükümlülüklerini yerine getirmediği gerekçesiyle, yayın sözleşmesinin feshedildiği açıklanır.
Futbol Federasyonu’nun İstanbul’daki merkez binasında gerçekleştirilen ve yaklaşık 5 saat süren toplantıdan sonra açıklama yapan Futbol Federasyonu Başkanvekili Ata Aksu, “Futbol Federasyonu, Teleon Reklamcılık ve Filmcilik A.Ş. ile imzalamış olduğu 28 Mayıs 1999 tarihli sözleşmeyi, Teleon’un sözleşme ile kararlaştırılan edimlerini süresinde ve tam olarak yerine getirmemesi ve şu an itibariyle 12.2 milyon doları aşan bir borcu tüm iyi niyetli girişimlere rağmen ödemeden imtina etmesi sebebiyle, bugün saat 18.00 itibariyle fesihetmiştir” der.
Yeni ihale sürecinin başladığını dile getiren Aksu, “En kısa sürede bu ihale yapılacak. Amacımız Futbol Federasyonu’nun şu anki yönetim kurulunun görev süresi kadar sözleşme yapmak” der.
TFF Yönetim Kurulu 06 Ocak 2001 tarihinde Kuşadası’nda Haluk Ulusoy başkanlığında,
(Ulusoy’a ait olan) Fantasia Oteli’nde 3 saatlik bir toplantı yapar. Toplantının ilk bölümünde, naklen yayın ihalesini görüşen yönetim kurulu, Teleon kuruluşunun gerekli vecibelerini yerine getirememesi nedeniyle sözleşmeyi tek taraflı feshetmesinden sonra, ihalenin 19 Ocak tarihinde yapılmasını kararlaştırır.
Daha önceki uygulamanın aksine dijital yayın yapan televizyon kanallarının da ihale kapsamına alınmasına karar verilir.
Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu ayrıca , birinci lig maçlarında hakem ve gözlemcilerin olay olsun olmasın, en geç iki saat içinde raporlarını federasyona bildirmelerini ister.
10 Ocak 2001’de naklen yayın hakkı ile ilgili ihalenin şartnamesi belirlenir. TFF üç buçuk yıllık yayın için ihale açılış bedelinin 465 milyon dolar olduğu bildirir.
İhale şartnamesinin kesin şeklini aldığını, 3.5 yıllık olacak ihalenin, geçmiş dönemlerdekinden önemli farklılıkları bulunduğunu ifade eden Ata Aksu, “Şartname, her hafta için 3 maçın canlı yayınını ve öteki maçların da yurtiçi-yurtdışı yayınını kapsıyor. İhalenin açılış bedeli 465 milyon dolar olarak belirlendi. İhale, şeffaf bir şekilde, zarf usulü ve açık artırma usulüyle gerçekleştirilecektir” der.
Aksu, dijital yayın platformlarının da bir kanal ile birlikte eşit sorumlulukta ve ortak imza ile ihaleye katılabileceklerini açıklar.
Ücret aboneliği dışında, yayıncı kuruluşun satacağı her türlü görüntü ücretinden yüzde 10’un, Futbol Federasyonu’na aktarılacağını ifade eden Aksu, şöyle konuşur:
“Görüntü bedeli 3 bin dolardan fazla olmayacak ve görüntü süresi en fazla 3 dakika olacaktır. Ayrıca tüm kuruluşlar eşit şekilde görüntü alacak. Yeni bir uygulama olarak, bundan sonraki görüntüler yayıncı kuruluşun logosuyla değil, Futbol Federasyonu logosu ile yayınlanacak. Ayrıca görüntüler süreli spor haber programları dışında kullanılamayacak.”
19 Ocak 2001’de ise Türkiye 1. Futbol Ligi maçlarının TV’den naklen yayınıyla ilgili ihale, katılımcı dört firmanın şartnameye uygun teklif vermemesi nedeniyle ertelenir.
İhale Komisyonu Başkanı ve Futbol Federasyonu Başkanvekili Ata Aksu, ihaleye katılmak için başvuran Boyut Prodüksiyon Yayıncılık T.A.Ş., Star TV Hizmetleri A.Ş., Atlas Yayıncılık ve Ticaret A.Ş.’nin tekliflerinin ihale şartnamesine uygun olmaması ve şartlı olması, Atlas Yayıncılık T.A.Ş ve Digitürk’ün ortak teklifinin de hem şartnameye uygun olmaması hem de ihtiyati tedbir kararı bulunması nedeniyle kabul edilmediğini açıklar. Ata Aksu, ihalenin ileri bir tarihe ertelendiğini vurgulayarak, “Hukuki ve teknik açıdan mümkün olan en kısa sürede ihaleyi gerçekleştireceğiz” der.
Futbol Federasyonu Başkanvekili, Yayın Kurulu ve İhali Komisyonu Başkanı Ata Aksu, ertelenen naklen yayın ihalesinden önce yaptığı açıklamada, Devlet Bakanı Fikret Ünlü’nün, yazılı basında çıkan sözlerine tepki gösterir. Ünlü’nün, açıklamasında “İhale muhammen bedeli olan 465 milyon doların düşük olduğunu belirterek soruşturma başlattığını, bunun üzerine federasyonun ihalede yer alan WAP ve WEB haklarını ihale dışına çıkarttığını” kaydeden Aksu, yaşanan ihale sürecindeki bu açıklamanın hukuki sonuçlarının olacağını, bunların da yargısal platforma taşınacağını söyler.
Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Fikret Ünlü, futbol maçlarının naklen yayını için açılan ihalenin iptal edilmesini “komik” bulduğunu belirterek, “Bir ihaleyi bile yapamıyorsunuz. Sonra da bakanı suçluyorsunuz. Böyle bir şey olamaz. Halkımız bu konuda mağdur edilmeyecek. Gereken tedbirleri alacağız” der.
Ünlü şöyle devam eder:
“500 milyon doların üzerinde bir ürün, bir hafta gibi kısa bir sürede ve ne kendisinin bağlı olduğu bakanlıktan, ne de kulüplerin görüşleri alınmadan, bir hazırlık yapılmadan ihaleye çıkarılıyor. Devlet, milyon doların üstündeki bir ihale için aylarca uzmanlarını çalıştırıp, fizibilite yaparken, bunlar bu kadar yüksek maliyetli bir ihaleyi hazırlanmadan yapmaya çalışıyorlar.”
Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Fikret Ünlü yaptığı yazılı açıklamada ise şunları belirtir:
“17 Ocak’ta bakanlığa haricen intikal eden teknik şartname ve taslak sözleşmeyi, 3813 sayılı yasanın verdiği yetkiye istinaden incelettim ve bu inceleme sırasında, ihaleye girecek veya kazanacak yayıncı kuruluşlarla, Futbol Federasyonu ve kulüpler arasında doğabilecek fiili ve hukuki sakıncaları, 18 Ocak tarihinde Futbol Federasyonu’na bildirdim. Federasyonca hazırlanan teknik ve idari şartnamede tespit edilen, hukuki ihtilafa konu olabilecek hususlar, bakanlık tarafından gönderilen uyarı niteliğindeki yazıdan önce, bazı spor kulüpleri ve RTÜK tarafından da tespit edilerek federasyona bildirilmiştir. Bakanlığımın, bazı spor kulüplerinin, RTÜK’ün yazılı uyarılarına ve bağımsız yargının kararına rağmen, herhangi bir önlem almadığı anlaşılan Futbol Federasyonu, ’Ben yaptım oldu’ zihniyetiyle hareket ederek bu iheleyi yapmıştır.
3984 sayılı kanuna aykırı olarak, teknik şartnamede öngörülen bazı hususlar İstanbul 11. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2001/4 nolu kararıyla tedbiren durdurulmuştur.
Tüm bu hususlara rağmen gerek ihale aşamasında, gerekse ihaleden sonra Federasyon Başkan Vekili ve söz konusu ihalenin Komisyon Başkanı Ata Aksu tarafından yapılan açıklamada, bakanlığımın ihaleye müdahale ettiği yolunda, kamuoyunu yanlış ve yanlı bilgilendirdiği anlaşılmıştır.
Bu konudaki açıklamaları içeren bantlar ilgili televizyon kuruluşlarından istenmiş olup, içeriğinin çözümünü takiben bakanlığıma veya şahsıma yönelik beyanlarına göre, gerektiğinde adli merciler nezdinde yasal yollara başvurulacaktır.”
TFF Yönetim Kurulu 20 Ocak 2001’de Futbol Federasyonu’nun Levent’teki merkez binasında olağanüstü toplanır. Başkan Ulusoy, toplantı öncesinde yaptığı açıklamada 1 hafta veya 10 gün içerisinde yeni ihaleyi yapacaklarını, gerekirse maçların televizyondan yayınının yayıncı kuruluş belirleninceye kadar haftalık olarak pazarlanabileceğini söyler. Ulusoy erteleme nedeniyle kendilerinin beceriksizlikle suçlanmasına da tepki gösterir.
Devlet Bakanı Fikret Ünlü’nün ithamları karşısında üzüldüklerini de kaydeden Ulusoy, “Benim, devletin bakanıyla aramda bir sorun olamaz. Ama bir insan olarak bizlere ‘beceriksizler’ denmesine de razı olamam. Sayın bakan bizle konuşmaya gerek duymadığını söylemiş. Bizimle konuşmaya gerek duyulmuyorsa, biz de konuyla ilgili soru sorup, görüş alamayız. Futbol Federasyonu kesinlikle beceriksiz değildir ve başarılıdır. Bir ihale ertelendi diye üzerimize gelinmesini doğru değil. Biz işimizi iyi biliriz. Bu işin de altından kalkacağız. Bundan kimsenin şüphesi olmasın” der.
21 Ocak 2001’de ise Futbol Federasyonu, Kulüpler Birliği’nin isteği üzerine Birinci Futbol Ligi’nin ikinci yarısının başlangıcını henüz belirlenmeyen bir tarihe kaydırır.
Ata Aksu “liglerin ikinci yarısının, başlangıç tarihini naklen yayın çözümlenene kadar ileri bir tarihe kaydırılmasını kararlaştırdık” der.
Basın mensuplarının “Naklen yayın ihalesi ve ödemeler” konusundaki sorularını da yanıtlayan Aksu, şunları söyler:
“İhale tarihi bugün belli olmaz. İhale şartnamesi yeniden gözden geçirilebilir. Ödeme planında değişiklik olabilir. Her türlü alternatifi de değerlendireceğiz. Ana amacımız, havuzu uzun süreli pazarlamak. Bu konuda kulüplerden yazılı görüşler geldi. Ancak, kısa süreli olmasını talep eden kulüp olmadı. Bu arada sözleşmesi feshedilen Teleon televizyonuyla ilgili hukuki süreç de devam ediyor.”
Birinci Lig Kulüpler Birliği Başkanı İlhan Cavcav, toplantıda Futbol Federasyonu’ndan, lig maçlarının naklen yayın sorununun çözülene dek ertelenmesini istediklerini söyler.
24 Ocak 2001’de Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu’nun, Kulüpler Birliği Komisyonu ile yaptığı yaklaşık 2.5 saat süren toplantı sonrası bir açıklama yapan Futbol Federasyonu Başkan Vekili ve İhale Komisyonu Başkanı Ata Aksu, ihalenin bir hafta içinde yapılacağını ve şartnamede iki temel değişiklik yapıldığını açıklar.
Ata Aksu, ihalenin yine kapalı zarf, açık artırma usulü ile yapılacağını, 465 milyon dolar açılış bedelinin geçerli olduğunu belirterek, “İki önemli değişiklik yapıldı: İlki ihale bütün tüzel kişiliklere açıldı. İç ve dış kuruluşlar da bu ihaleye girebilecek. İkincisi ise şifreli kanallarda yayınlanmak kaydıyla ihaleyi alan kuruluş hakkını bir başkasına devrebilir” der.
Bu arada milli takım oyuncularına prim olarak dağıtılan cipleri Galatasaray ikinci başkanı Mehmet Cansun’un verdiği iddia edilir. 26 Ocak 2001’de bir açıklama yapan Mehmet Cansun, 100’er bin dolarlık cip parasını Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy’un ödemiş olabileceğini, ancak reklam yapmak istemediği için bu konuda açıklama yapmadığını ifade eder. Ankara’da yapılan Kulüpleri Birliği toplantısına katılan Cansun, yaptığı açıklamada, “Keşke cipleri ben hediye etmiş olsaydım. Bundan gurur duyardım. Ancak ben vermedim” der.
31 Ocak 2001’de naklen yayın ihalesini, şartnameye uygun teklif veren Atlas Yayıncılık T.A.Ş – Digitürk ortaklığı kazanır. 465 milyon Amerikan doları teklif eden Atlas Yayıncılık T.A.Ş – Digitürk ortaklığı, Türkiye Birinci Futbol Ligi maçlarının TV’den yurtiçi ve yurtdışı naklen yayın haklarının 3.5 yıllığına yeni sahibi olur. İhaleye katılan diğer 3 kuruluşun teklifleri şartnameye uygun olmaması nedeniyle kabul edilmez.
Futbol Federasyonu’nun 4. Levent’teki binasında gerçekleştirilen ihaleyi, Atlas Yayıncılık ve Dijital Platform’un (Digitürk) 465 milyon dolarlık teklifinin şartnameye uygun olduğunu ve ihaleyi kazandığını açıklayan Ata Aksu, teklif veren diğer 3 kuruluştan Star TV Hizmetleri A.Ş.’nin, teminat mektubu olmaması, Best Prodüksiyon, boş teklif vermesi, teminat mektubu olmaması ve şartnamenin imzalanmamış olması nedeniyle ve Boyut Prodüksiyon Yayıncılık T.A.Ş’ın da şartlı teklif vermesi nedeniyle tekliflerinin kabul edilmediğini belirtir.
Buna göre yayıncı kuruluş 3.5 yılı kapsayan bu ihale ile 02.002.2001-31.05.2004 döneminde oynanacak 1. Lig karşılaşmalarından her hafta 3 tanesinin canlı yayın hakkı ile gerek bu maçların gerekse yayınlanmayan diğer karşılaşmaların yurtiçi ve yurt dışında bant ve özet yayın hakkını elde etmiş olur.
Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy “Benim dönemimde tarihte görülmeyen başarılara imza atıldığını halk biliyor. Bazı kişiler, hakkımızda kötü yazılar yazıyor. Tarih onları da yargılayacak” der.
Türkiye Birinci Futbol Ligi yayın ihalesinin sonuçlanmasının ardından, Star Televizyonu yetkilisi Cem Şaşmaz’ın, ihaleyi alan kuruluş Digitürk’ün teklifini, ihale sonu olan saat 12.00’den sonra ilettiği biçimindeki iddiasının gerçeği yansıtmadığını söyleyen Futbol Federasyonu Hukuk Kurulu Üyesi Şekip Mosturoğlu, “Digitürk, konsorsiyumunun ihale teklifini, başvuru sonu olan saat 12.00’den sonra ilettiği doğru değil” der.
Bunun çok ciddi bir iddia olduğunu, kanıtlanmaması durumunda ise sahibinin sorumluluk altında kalacağını kaydeden Şekip Mosturoğlu, “Bizim resmi bir memur olarak noterimiz var. Bu iddianın ispatı mümkün değil. Resmi memur önünde verilen beyanlar resmiyet taşır. Bu da ancak diğer bir resmi beyanla ortadan kalkar. Cem Şaşmaz’ın içinde bulunduğu ruh ortamıyla böyle bir açıklama yaptığını düşünüyorum. Sanırım kendisi de bu beyanının sonuçlarını değerlendirecektir. İspatı olmayan bir konunun böyle alenen ihaleden sonra ve bir şirket yetkilisi tarafından söylenmesi hoş değil” diye konuşur.
2 Şubat 2001 tarihinde ise Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) Başkanı Nuri Kayış, naklen yayın ihalesi ile yeniden gündeme gelen digital yayın platformlarının yasal olmadığını açıklar. Kayış, “Digital sistemle yayın yapan kuruluşları biz korsan yayın yapıyorlar kabul ediyoruz. Bunlar hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulunduk. Futbol Federasyonu’nu digital kanallar konusunda uyardık. Ancak onlar bu uyarıyı dikkate almadığına göre, soruna hukuki platformda çözüm bulunacak” der.
5 Şubat 2001’de Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Fikret Ünlü’nün Başbakanlık müfettişlerine yaptırdığı soruşturma sonrası açılan davada, Futbol Federasyonu sorumluları, 13’üncü Asliye Ceza Mahkemesi’nde yargıç önüne çıkarlar. Sanıklar hakkında 2 yıldan 10 yıl 9’ar aya kadar hapis cezası istenmektedir.
Federasyon’un o dönemki yönetim kurulu üyeleri Orhan Saka, İsmail Dilber, Ufuk Özerten, Rahmi Magat, Mukan Perinçek, Ali İpek ile Federasyon çalışanlarından Aydın Torunoğlu, Gıyasettin Şenman, Gürel Toraganlı, Haldun Kozakoğlu, Ümit Ülger, Çiğdem Ertan, Burhan Satır’ın TCK’nın 510’uncu maddesine göre “hizmet nedeniyle emniyeti suiistimal ve bu suça iştirak ile resmi mercileri iğfal” suçundan yargılandığı celsede, sanıklar suçlamaları reddeder ve savcılıkta verdikleri ifadelerinin aynen geçerli olduğunu söylerler.
GSGM ve Spor Bakanlığı, davaya müdahil olma talebinde bulunur. Ancak sanık vekilleri Serdar Özersin ve Ayhan Çopuroğlu, şikayet konularının futbol genel kurullarında onandığını, bu sebeple müdahil olma talebinin geçerli olmamasını isterler. Konuyu incelemeye alacağını belirten mahkeme heyeti, davayı 12 Nisan tarihine erteler.
Mahkeme çıkışında konuşan Rahmi Magat, “Biz, hangi takımı nasıl kuracağımızı, hangi seyahate kimi götüreceğimizi, federasyonu nasıl yöneteceğimizi sayın bakana sormadığımız için buralardayız. Sayın Bakan, GSGM’deki memur-amir ilişkilerinden kurtulamamış” derken, Aydın Torunoğlu aklandıktan sonra bakanı mahkemeye vereceğini açıklar.
İDDİANAMEDE NE DENİLİYOR
Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Fikret Ünlü’nün şikayet dilekçesinde, “sanıkların, kuruma ait inşaat, avans işlemlerinde usulsüzlük yaptıkları, mesnetsiz harcamalar yoluyla kurumu zarara uğrattıkları, prim dağıtılması, naklen yayınlar, cep telefonu ödemeleri ile personel alımında keyfi davranarak kurumu kötü yönettiklerinin” öne sürüldüğü belirtiliyor.
İddianamede, otel harcamalarından, mini bar ve ekstra özellikli fatura bedellerinin konaklama giderlerinin birkaç katına ulaştığı ileri sürülerek, “Bu yolla, millete hizmet için tahsis edilen paralar, görevliler ile çevresindeki şahısların 5 yıldızlı otellerde yaşamalarına tahsis edilmiştir” deniliyor.
Milli takım futbolcuları ile antrenör, masör ve benzeri personelin prim ödemeleri ve miktarının saptanmasında, yönetim kurulunun devredençıkarıldığı savunulan iddianamede, eski Milli Takım Teknik Direktörü Mustafa Denizli ile yapılan sözleşmelerde de kurum aleyhine şartlar oluşturulduğu ve Denizli’ye fazla ücret ödenmesi yoluna gidildiği öne sürülüyor.
İddianamede, yönetim kurulu üyeleri ile bir kısım personele verilen cep telefonlarının faturalarının ödenmesinde kurumun zarara uğratıldığı ve personel alımlarında personel talimatı hükümlerine uyulmadığı belirtiliyor.
16 Şubat 2001’de birinci lig maçlarının naklen yayın ihalesini kazanan iki ortaktan Işık TV maç nakillerine şifreli kanaldan yayınlanmasına izin verilmesi için RTÜK’e başvurur.
RTÜK hafta başında Işık TV’nin izin istemini karara bağlar. RTÜK, birinci lig maçlarının Işık TV’den şifreli olarak yayınına izin verir. Ancak bu izni verirken, bu kanalın sahipleri için şok sayılacak iki şart koyar. Buna göre lig maçları ancak analog şifreleme yoluyla naklen yayınlanabilecek ve ancak analog dekoder kullanılabilecektir.
Oysa Işık TV maçları dijital şifreleme yoluyla ve dijital dekoderle yayınlamak istemektedir.
RTÜK bu kararının gerekçesini maç nakillerinin daha önce Cine 5 tarafından analog kanaldan verilmesine ve dijital yayınların kanunsuz olmasına dayandırmaktadır.
RTÜK’ün aldığı bu karar lig maçlarının Işık TV tarafından Digitürk’ün digital platformundan yayınlanmasını kanunen imkansız hale getirir. Işık TV maçları Digitürk’ten naklen yayınlamaya devam ederse, kanunu ihlal etmiş olacaktır.
Bu nedenle RTÜK Digitürk ve Işık TV hakkında suç duyurusunda bulunacaktır.
RTÜK daha önce de Digitürk hakkında suç duyurusunda bulunmuş ve dijital yayınların durdurulmasını istemiştir.
Bunun üzerine İstanbul Başsavcılığınca hazırlanan iddianamede, şirketin sahibi ve üst düzey yöneticileri hakkında 3984 sayılı Kanunun 34’e 1 maddesi gereğince altı aydan iki yıla kadar hapis cezası istenmiştir.
28 Mart 2001’de Galatasary Kulübü, Cumartesi günü oynayacağı Beşiktaş maçının ertelenmesi için Futbol Federasyonu’na resmen başvurur. Salı günü Şampiyonlar Ligi çeyrek finalinde İspanya’nın Real Madrid takımı ile karşılaşacak olan Galatasaray, milli takıma verdiği 10 futbolcunun dinlenme imkanı bulamayacağı gerekçesi ile Federasyon’dan derbi karşılaşmasını ertelenmesini resmen ister.
Beşiktaş Kulübü Menajeri Sinan Engin ise, kendilerinin böyle bir ertelemeyi istemediğini ve bu konuda Futbol Federasyonu’na bir yazı göndererek, ertelemeye karşı olduklarını resmen bildirdiklerini söyler.
Daha önce Galatasaray Kulübü Başkanı Faruk Süren, erteleme ile ilgili olarak siyah beyazlı kulübün Başkanı Serdar Bilgili ile görüşmüş ancak olumlu yanıt alamamıştır.
Aynı tarihte bir açıklama yapan Fenerbahçe Kulübü Başkanvekili Uğur Dündar, Galatasaray ile Beşiktaş arasında hafta sonunda yapılacak derbi karşılaşmasının ertelenmesiyle ilgili olarak yapılan spekülasyonlara değinerek “Federasyon lig fikstürünü sezon başında yapıyor. İkinci bir fikstürün yapılma şansı yok. Benim kanaatime göre, Türk futbolu haftada 2 maç kaldıracak kapasiteye gelmiştir” der.
29 Mart 2001’de Futbol Federasyonu, Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi çeyrek final maçı öncesindeki Beşiktaş maçının ertelenmesi talebini lig takviminin dolu olması reddeder.
Sezon boyu o kadar maç ertelenmiştir ki, ortada takvim falan kalmamıştır zaten.
5 Nisan 2001’de Ankara’da toplanan Kulüpler Birliği toplantısı sonrasında başkan İlhan Cavcav, yabancı futbolcu sayısının serbest bırakılmasını, 18 kişilik maç kadrosunda 5 yabancı oyuncunun yer almasını istediklerini açıklar. Birlik adına açıklama yapan Başkan Cavcav, ayrıca Türkiye Kupası’nın kaldırılmasını veya çeyrek finalden sonra çift maç oynanmasını ister.
7 Nisan 2001’de Türkiye Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy ile yönetimdeki 14 arkadaşı ve Federasyon Genel Sekreteri Aydın Torunoğlu hakkında naklen yayın ihalesinde “İhtiyadi tedbir kararına muhalefet ettikleri” gerekçesiyle 6’şar aya kadar hapis cezası istemiyle dava açılır.
Ankara Cumhuriyet Savcısı Abbas Özden, Cine 5 Filmcilik ve Yapımcılık A.Ş’nin, 1. lig maçlarının televizyondan yurtiçi ve yurtdışı naklen yayın haklarının devri için yapılan ihaleye, “sayısal uydu platformu işleticisi olan şirket ve iştiraklerinin katılamayacağına ilişkin tedbir kararı olmasına rağmen, Dijital Platform İletişim Hizmetleri A.Ş ile Atlas Yayıncılık ve Ticaret A.Ş’nin katılımını sağladıkları” iddiasıyla, Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy, Başkan vekilleri Ata Aksu ve Orhan Saka, Genel Sekreter Aydın Torunoğlu ile 12 yönetim kurulu üyesi hakkında yaptığı suç duyurusunu sonuçlandırarak, Asliye Ceza Mahkemesi’ne dava açar.
12 Nisan 2001’de Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy ve 35 arkadaşı hakkında, 30 Mayıs 2001 tarihinde yapılacak duruşmaya mevcutlu olarak getirilmesi kararı verilir. Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Fikret Ünlü’nün “görevi kötüye kullanmak ve hizmet sebebiyle emniyeti suistimal” suçlamasıyla Ankara 13. Asliye Ceza Mahkemesi’nde açtığı davada mahkeme heyeti, davetlere yanıt vermeyip celselere katılmayan Ulusoy’un 30 Mayıs 2001 tarihinde yapılacak duruşmaya polis zoruyla getirilmesini ister.
20 Nisan 2001 tarihinde ise Futbol Federasyonu’nun 1999-2000 sezonunda yaptığı maç ertelemelerinden kaynaklanan maddi zararın karşılanması istemiyle Spor-Toto Teşkilatı’nın Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesi’nda açılan davanın reddedilmesinin ardından, Yargıtay’a temyiz davası açan Spor-Toto Teşkilatı, 4. Hukuk Dairesi’nin lehte kararıyla ilk hukuk zaferini kazanır.
Daire, Spor Toto Teşkilatı’nın hazırladığı statü ve fikstüre göre önceden düzenlenen ve bayilere gönderilen oyun kuponlarındaki düzenlemeye karşın, Futbol Federasyonu’nun, karşılaşmaların gün ve saatini öne aldığını veya ertelediğini belirterek, bu durumun teşkilatın daha az kupon satmasına ve zarara uğramasına neden olduğuna karar verir.
Yargıtay, bu nedenleri göz önünde bulundurarak, Ankara 17. Asliye Hukuk Hakimliği’nden, 1999-2000 sezonu içinde saatleri değiştirilen ve ertelenen maçlardan dolayı teşkilatın uğradığı zararın ödetilmesine karar verilmesini ister.
Davanın reddi yönünde karar veren Ankara 17. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararını bozan Yargıtay, karşılaşmaların saatlerinde ve günlerinde yapılan değişikliğin gerekçesinin açıklanmasını ve bu gerekçelerin hukuka uygun olması gerektiğini belirterek, Futbol Federasyonu’nun bu değişiklikleri yapmakta haksız bulunması durumunda, Spor-Toto Teşkilatı’nın zararının tazmin edilmesini karara bağlar. Spor-Toto Teşkilatı’nın Yargıtay’a sunduğu raporda, uğradığı zararı 254 milyar Türk lirası olarak gösterilmektedir.
14 Mayıs 2001’de İkinci Futbol Ligi Yükselme Grubu’nda Süper Lig’e çıkma mücadelesi veren Altay’da yönetim, bir gün önce oynanan olaylı Diyarbakır karşılaşması sonrasında maçın tekrarı için harekete geçer. Altay Başkanı Nafiz Zorlu, hiç bir kamu görevlisi ve federasyonun, üzerine düşen görevi yapmadığını savunarak, “Planlı ve organize bir cinayete kurban gittik” der.
Maçtan önce her kurumu, çıkacak olaylarla ilgili olarak yazıyla uyardıklarını, valilik, emniyet ve federasyonun bu yönde hiç bir uyarıyı dikkate almadığını dile getiren Zorlu, “Böylesine bir maça hakem tayininde büyük yanlışlık yapıldı. Zaten orada biz maç falan oynamadık, bir kurbanlık koyun durumuna düşürüldük. Bölgenin Süper Lig’de olmasını isteyenler bile, şimdi ‘böyle futbola lanet olsun’ demeye başladılar. 87 yıllık bir kulübün geleceği ile böylesine oynanmasını, şiddet ve nefretle kınıyoruz. Tüm kamu görevlileri hakkında en üst mercilere şikayette bulunacağız. Can güvenliğimizi bile sağlayamayanların cezalandırılmasını istiyoruz. Bu maçın tekrarlanması için de girişimlerimizi başlattık” der.
TRT’nin 3 maçı dönüşümlü yayınlamak için başvuruda bulunduğunu, ancak federasyonun yetki belgesi vermediğini kaydeden Zorlu, “Zaten orada haber amaçlı görüntü almak isteyen kameramanları taciz eden, makinalarını alan ve bir odaya hapseden görevliler için ne diyebiliriz ki?” diye konuşur.
16 Mayıs 2001’de Futbol Federasyonu’nun Beylerbeyi’ndeki Atatürk Eğitim ve Araştırma Merkezi’nde toplanan Kulüpler Birliği, Spor Konseyi Yasa Tasarısı’nın gerçekleşmesi halinde lig maçlarına çıkmama kararı aldıklarını açıklar.
Yaklaşık 4 saat süren toplantı sonrasında Kulüpler Birliği adına konuşan Trabzonspor Kulübü Başkanı Özkan Sümer, Spor Konseyi Yasa Tasarısı’nın, Futbol Federasyonu ve futbol kulüplerinin gelirlerinden yüzde 15’lik bir kesinti yapılmasını öngördüğünü, meclis alt komisyonundan çıkan kararın, kabul edilemez olduğunu söyler.
Bu şekilde bir düşüncenin ve uygulamanın, kulüpleri maddi yönden çok güç durumda bırakacağını ve Futbol Fedarasyonu’nun özerk yapısına da aykırı olduğu görüşünde olduklarını söyleyen Özkan Sümer, “Eğer bu yasa gerçekleşirse, Kulüpler Birliği’nin şu andaki 18 takımın müşterek kararıyla, lig müsabakalarına katılmayacağı karar ve kararlılığını burada açıklamış ve ilgili mercilere görüşümüzü bildirmiş olduk” der.
Futbol Federasyonu ile yapılacak toplantı sonrası karara bağlanacak, Türkiye Birinci Futbol Ligi’ndeki 18 kulüpten 16’sının yöneticilerinin katıldığı Kulüpler Birliği toplantısında alınan tavsiye kararları şöyledir:
1- Kulüpler diledikleri sayıda yabancı futbolcu ile sözleşme imzalayabilsinler.
2- Önümüzdeki sezon, bu yabancı futbolcuların 5’i, daha sonraki sezon ise 4’ü oynayabilsin.
3- Genç takımdan yetişen 24 yaş altı futbolcuların, transferine kulüplerinin izin şartı getirilsin.
4- Satıştan kalan futbolculara oynadıkları maç başına ücret ödensin.
5- Liglere verilecek aralarda kulüplerden mutabakat alınsın
6- Yabancı futbolcuların, milli takımlarının hazırlık maçlarına gönderilmemesi için FİFA nezninde girişimde bulunulsun
16 Mayıs 2001’de Futbol Federasyonu’nun, Birinci Futbol Ligi’nin isminin değiştirilmesi istemiyle açtığı davada Danıştay, ismin değiştirilemeyeceğine karar verir.
Sezon başında Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Fikret Ünlü ile Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy arasında tartışma ve dava konusu olan, Birinci Futbol Ligi’nin isminin değiştirilmesiyle ilgili davada Danıştay, isim değiştirme yetkisinin Futbol Federasyonu’na ait olmadığı yönünde karar verir.
Danıştay 10. Dairesi üyeleri, davayı oy birliğiyle karara bağlar.
17 Mayıs 2001 tarihinde Futbol Federasyonu’nun Levent’teki binasında yapılan toplantıda, Kulüpler Birliği’nin talepleri değerlendirilir. Futbol Federasyonu Başkan Vekili Ata Aksu, yaklaşık 9 saat süren toplantıdan sonra düzenlediği basın toplantısında, yabancı futbolcu oynatma talimatnamesinde değişiklik yaptıklarını kaydederek, “Önümüzdeki sezon Süper Lig’de mücadele edecek takımlara, 8 yabancı futbolcu ile sözleşme imzalama, bunlardan 6’sını esame listesinde bulundurma ve 5’ini ise 11’de oynatma hakkı verildi” der.
Futbol Federasyonu, Kulüpler Birliği’nin, Süper Lig’in 20 takımla oynanması şeklindeki talebini ise reddeder.
Aksu, Üçüncü Futbol Ligi’ne terfi müsabakalarında, Hakkari Köy Hizmetlerispor – Bitlis Tatvanspor maçında şike yapıldığının da Futbol Federasyonu tarafından kabul edildiğini bildirir.
30 Mayıs 2001’de Türkiye Futbol Federasyonu, Profesyonel Futbol Talimatı’nda değişiklikler yapar. Yeni düzenlemelerle “kulüp-futbolcu ihtilafları”na neden olan boşluklar giderilir. Kulüpler artık noter rezervazyonuyla transfer yapamayacak, futbolculara “keyfi” cezalar veremeyecektir.
Bu çerçevede futbolcuya;
- ceza da belirli ölçütler içinde verilebilecektir
- keyfi para cezası verilemeyecektir
- kadro dışı bırakılan futbolcular, başı boş bırakılamayacaktır
- futbolcuya alacağı, “keyfi” olarak ödenemeyecektir
- satıştan kalan futbolcuya, kadroya girmesi durumunda ödeme yapılacaktır
- futbolcu, “hastayım-sakatım” gibi mazeretlerle yükümlülüklerini yerine getirmemezlik yapamazken, kadro dışı bırakılan futbolcuya antrenör ve saha tahsis edilecektir
Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren değişiklikler şöyledir:
- 15-31 Ocak tarihleri arasında noterde imzalanan sözleşmelerin lisans için gerekli tüm belgelerle birlikte 31 Ocak gününe dek Futbol Federasyonu’na ibrazı zorunludur.
- İstisnai haller dışında tüm profesyonellik sözleşmeleri 5 yıla kadar süreli olabilir; Sona eriş tarihi 31 Mayıs olarak tespit edilmesi zorunludur.
- Kulüpler, hazırlayacakları iç yönetmelik ve ceza talimatlarını, 1 Ağustos-30 Ağustos tarihleri arasında federasyona göndermek zorundadır.
- Kulüpler, kadro dışı bırakılan futbolcuların antrenman yapabilmeleri için en az bir antrenör yönetiminde, antrenman yapabileceği saha göstermek zorundadır.
- Futbolcular tarafından hastalık ve sakatlık nedeniyle alınacak istirahat raporlarının 5 gün içinde kulübe ve Futbol Federasyonu’na bildirmesi zorunludur. Bildirmediği taktirde futbolcu bir hak talebinde bulunamaz.
- Futbolcunun uzatmaya esas transfer ücreti bakiyesinin yüzde 50’si garanti ücret olarak, 2’şer ay ara ile 4 taksitte futbolcuya kulüp tarafından ödenir. Bakiye yüzde 50’lik bölüm ise maç başı ödeme olarak kulüp tarafından futbolcuya ödenir. Maç başı ödemeler, futbolcunun resmi müsabakalarda düzenlenen 18 kişilik müsabaka isim listesine girmesi halinde her ayın son iş gününde futbolcuya ödenir.
2 Haziran 2001 tarihinde oynanan Türkiye – Azerbaycan Dünya Kupası Grup Eleme Maçı’nda ciddi bir protokol krizi yaşanır. Hafta içinde Futbol Federasyonu ve GSİM arasında oluşan protokol tribünü krizinin sonuçlandırılmaması üzerine, federasyon, BJK İnönü Stadı’nın kapalı tribününde özel bir bölüm hazırlatır ve Başkan Haluk Ulusoy, FIFA, UEFA, Azeri yetkililer, karşılaşmanın gözlemcileri, Ümit Milli Takım oyuncuları ve Beşiktaş Kulübü Asbaşkanı Yıldırım Demirören ile menajeri Sinan Engin de protokol tribününe girmeyip, karşılaşmayı taraftarlarla birlikte kapalı tribünün alt bölümündeki özel yerden izlerler.
TBMM’nin çıkardığı bir yasa ile protokol tribünlerinin kullanılmasının devlete bırakıldığını ifade eden Fikret Ünlü, “Her ülkenin kendi kuralları vardır. Burada devlet ev sahibidir. Protokol tribününün kullanımı da dolayısıyla bize aittir. Geçmişte bu konularda çok şikayet aldık. Devletin valisi bile bu tribüne giremiyordu. Yapılan yanlış bir harekettir” diye konuşur.
Karşılaşmayı Fikret Ünlü ile protokol tribününden izleyen UEFA Asbaşkanı Şenes Erzik de Futbol Federasyonu’nun bu tür maçlarda sorumlu müessese olduğunu belirterek, “Ancak ortada yasalar varsa, yapılacak bir şey yoktur ve o yasalara uymak zorundayız. Bence bu yapılan doğru bir hareket değil. Uluslararası alanda da bizi zora sokar” der. Bu arada Ünlü ve Erzik, seremoninin kapalı tribün önünde yapılmasına da tepki gösterir.
Tribüne girerken medya mensuplarına açıklama yapan federasyon başkanı Ulusoy, “Bu, ilk defa olan bir şey değil. Bütün milli maçlarda bu tür olaylar oluyor. Artık biz de Futbol Federasyonu olarak bir tavır almaya karar verdik. Protokol tribününde hiçbir yetkisi olmayan kişiler oturuyor. Şeref tribününde kimlerin oturduğunu hepiniz biliyorsunuz, ödül bir yere kadar. Kendilerince burada bir kraliyet kurmuşlar. Beşiktaş’ın stadındaki VIP tribünlerini bile protokole dahil ediyorlar. Bizim davamız, protokol tribününde oturmak değil, prosedürün işlemesi” diye konuşur.
Ulusoy, bundan sonra İstanbul’daki bütün maçları halkla birlikte tribünlerde oturarak izleyeceklerini vurgulayarak, “Biz, zaten tribünlerin içinden geldik. Bu maçın gözlemcisi ve delegesi de karşılaşmayı burada izleyecek. Raporlarında neler yazacaklarını bilemiyorum. Ülkemiz adına bu çirkinliğin hesabını onlar verecek” der.
Hazırlanmakta olan Spor Konseyi Yasa Tasarısı’nı da gündeme getiren Ulusoy, “Türkiye’de futbolu biz idare edeceğiz, herkesin bunu içine sindirmesi gerekiyor. Siyaseti yeniden Türk futbolunun içine çekmeye çalışıyorlar. Futbol Federasyonu makamını kimseye peşkeş çektirmedik ve ayaklar altına aldırmadık” diye konuşur.
Uluslararası karşılaşmalarda sürekli protokol tribünü önünde yapılan seremoni, bu kez yaşanan kriz nedeniyle kapalı tribünün hemen önünde yapılır. İki takım futbolcuları milli marşlar için Federasyon, FIFA ve UEFA yetkililerinin oturduğu bölümün önünde dizilip, protokol tribününü arkalarına alırlar. Böylece ilk kez Türkiye’deki bir uluslararası karşılaşmada, seremoni farklı bir yerde gerçekleşmiş olur.
Federasyon, FIFA ve UEFA yetkililerinin kapalı tribünde yer almasıyla, protokol tribünü de boş kalır. GSİM’nin federasyon için ayırdığı 150 koltuğa kimse oturmaz ve ilk kez milli maçta, protokol tribünü bu kadar boş kalmış olur.
Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Fikret Ünlü, Türkiye-Azerbaycan Dünya Kupası Grup Eleme maçında yaşanan “protokol krizine” ilişkin olarak, “Devleti küçük düşürmeye kimsenin hakkı yoktur. Bana değil, devlete sırtlarını çevirdiler” der.
4 Haziran 2001’de Devlet Bakanı Fikret Ünlü, Türkiye – Azerbaycan 2002 Dünya Kupası Eleme Grubu maçında yaşanan protokol krizi nedeniyle Cumhuriyet Başsavcılığı’na olayın sorumluları hakında suç duyurusunda bulunacağını söyler.
BJK İnönü Stadı’nda protokol tribününde 150 koltuğun boş kaldığını hatırlatan Ünlü, “Makedonya maçında aynı krizin yaşanacağını sanmıyorum. Oradaki Gençlik ve Spor Bursa İl Müdürlüğü de yasayı uygulayacaktır. Bursa’da yine onlara yarı yarıya yer ayrılacak. Hatta isterlerse daha fazlasını da verebiliriz. Orada bir kriz yaşanmaz. Bursa’da gelip kuzu kuzu oturacaklar” der.
GSİM, yasanın protokol tribünlerinin takibi ve düzenlenmesi hükme bağladığını ve bu görevi gençlik ve spor il müdürlerine verdiği belirtilen açıklamasında, şu görüşlere yer verir:
“Türkiye – Azerbaycan milli maçından bir gün evvel Futbol Federasyonu 31.05.2001 tarih ve 01/35 sayılı yazıyla yasaya uymayan tüm protokol tribünlerinin kendilerince düzenlenmesini talep etmişlerdir.
İl müdürlüğümüz ise 01.06.2001 tarihinde ivedi ve günlü bir cevap vererek bunun yasaya uymadığını, ancak ülkemizin prestiji açısından yıllardır uygulanan uygulamayı devam ettirerek protokol tribünlerinin yarısı olan 150 kişilik yeri kendilerine tahsis ettiğimiz ve biletlerini ayırdığımız yazı ile bildirilmiştir.
Yani, Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü kanunun gereğini yerine getirmiştir. Bu sırada Futbol Federasyonu’na yer ayrılmadığına dair gerçek dışı beyanların doğru olmadığı da gazete ve kameralara yansıyan tribünde ayrılan federasyona tahsis edilen boş koltuk görüntülerinden bellidir.
Bununla birlikte devlet protokolunda mevcut bulunan spordan sorumlu Devlet Bakanı, 1. Ordu Komutanı, Azerbeycan Büyükelçisi, UEFA Asbaşkanı, İstanbul Vali Yardımcıları ve diğer protokolun önünde müsabık takımların duruş düzeni değiştirilmiş, bir milli müsabakada devletimizin itibarı zedelenmiş, kurumların kendilerine verilen yetki kötüye kullanılmıştır.”
Yani, TFF bırakın ulufe dağıtmayı, diyet ödemeyi, tarafgirlik yapmayı, bir milli maçtaki oturma düzenini bile bir krize çevirmeyi başarmakla bir ilke daha imza atmıştır.
Bu kriz ve demeç savaşının ardından TFF İstanbul’da bir daha milli karşılaşma oynatmama gibi ilginç bir karar alır.
5 Haziran 2001’de bu karara ilk tepki DSP İstanbul Milletvekili Erol Al’dan gelir. Al “Futbol Federasyonu kendi işini yapsın. Bu tür tehditlerle ve oldu bittilerle hiçbir yere varamazlar. Futbol Federasyonu yönetimi haddini bilmelidir. İstanbul’u ve İstanbul seyircisini cezalandırmaya hiç kimsenin gücü yetmez. Federasyon yönetimi bunu yaşayarak öğrenecektir” der.
Erol Al, yaptığı yazılı açıklamasında, Futbol Federasyonu Yönetim Kurulu Üyesi Levent Kızıl’ın, “Bundan sonra İstanbul’da milli maç oynanmayacak” şeklindeki açıklamasının tüyler ürpertici olduğunu belirterek, “Türkiye krallıkla yönetilen bir ülke değildir. Haluk Ulusoy ve yönetim kurulu üyeleri de bu ülkenin kralları değildir” der.
Federasyon’un, Gençlik ve Spor İl Müdürü Vedat Bayram’a tepki nedeniyle bu tür bir karar aldığını belirten Erol Al, açıklamasında şu görüşlere yer verir:
“Bu karar futbol tarihimize kara bir leke olarak geçecektir. Futbol Federasyonu kendi işini yapsın, Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü’nün yönetimini de il müdürüne bıraksın. Bu tür tehditlerle ve oldu bittilerle hiçbir yere varamazlar. Futbol Federasyonu yönetimi haddini bilmelidir. Türk sporunun merkezi olan İstanbul’u ve İstanbul seyircisini cezalandırmaya hiç kimsenin gücü yetmez. Federasyon yönetimi bunu yaşayarak öğrenecektir.
Zaten kendilerine bakanlar ile aynı sırada yer verilmektedir. Federasyon yönetiminin, protokol tribününü arpalık olarak görme hakkı ve yetkisi yoktur.
Bu kafayla giderse, esas olarak Futbol Federasyonu milli maç oynatacak stat bulamayacaktır. Federasyon yöneticilerine, ulusal gururumuz milli takımı kullanarak, Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü ve il müdürlüklerine şantaj yapma olanağını vermeyeceğiz.”
5 Haziran 2001’de Turgay Şeren “Federasyonun son rezaleti“ yazısında şöyle demektedir:
Türkiye – Azerbaycan maçında dünyada eşine rastlanmamış ve rastlanmayacak bir rezalet yaşadık. Özerk Futbol Federasyonu’nun ilk temel taşlarından birini koyanlardanım. Rahmetli Turgut Özal, beni, Coşkun Özarı’yı, Can Bartu’yu ve Sanlı Sarıalioğlu’nu topladığı zaman ondan tek bir şey istedik. Özerk Futbol Federasyonu…
Özal kafasını şöyle bir kaldırdı;
“Coşkun ben seni federasyon başkanı olarak atayacaktım” dedi.
Biz hep birlikte, “Sayın Başbakan biz sadece özerklik istiyoruz” diye yanıt verdik. Rahmetli Özal’da ikna oldu ve yasa çıktı.
Bu yasa Türk Futbolu’na hem maddi, hem de idari açıdan büyük ufuklar açtı. Futbol Federasyonu Başkanlığı, eski dönemde bakanın ve genel müdürün dudaklarının arasındaydı. O günler çok şükür geride kaldı.
Amaa… Bu yasa asla Futbol Federasyonu’na, devlete kafa tutma hakkı vermedi.
Ne yazık ki, bunu Azerbaycan maçında yaşadık. O maçta devlete resmen kafa tutuldu. Ve bu Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy’un direktifleri ile yapıldı.
Yani federasyon, devlete “Arkadaş ben senden büyüğüm” dedi.
DEVLET DEVLET İSE…
Haluk sen ve arkadaşların stadın her tribününde oturabilirsiniz. UEFA’nın ve FİFA’nın bütün yetkileri ile donatılmış da olabilirsiniz. Ama bu size bu ülkenin yasalarını çiğneme ve Şeref Tribünü’nde oturan devletin temsilcilerini hiçe sayma hakkı vermez.
İnönü Stadı açıldığı günden bu yana bir şeref tribününe sahip. Sen bunu değiştiremezsin. Sen yasaları çiğnemekle değil, yasaları uygulamakla yükümlüsün. Ama son maçta, sen yasaları çiğnedin. Şimdi eğer devlet, devletse sana bunun hesabını sormalı.
NOT: Davranışları ile kamuoyuna örnek olan Gaziantep Büyükşehir Bld. Başkanı Celal Doğan, İzmit Büyükşehir Bld. Başkanı Sefa Sirmen, Samsun Büyükşehir Bld. Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz ile 1.lig, 2.lig ve 3. ligde nice sorumluluklar yüklenmiş kulüp başkanlarının, Haluk’un bu davranışa ne gibi tepki göstereceklerini de merak ediyorum ve bekliyorum.
Yalancı kim?
Burhan Satır. Bu ismi ben de sizin gibi ilk kez duyuyorum. Kim mi Burhan Satır… Anlatayım.
Mercedes Benz- Türk Anonim Şirketi, imzalı yazıya göre, A Milli Futbol Takımı oyuncularına ödül olarak verilen 16 adet Mercedes Marka jeeplerin finansörü.
Yani 1 milyon 100 bin doları veren adam. Ben Burhan Bey’in kim olduğunu çok merak ediyorum. Bunca yıl futbolun içindeyim ismini hiç duymadım. Hatırlayın, Ata Aksu, televizyon ekranında gözümüzün içine baka baka, “Jeeplerin parasını Saffet Ulusoy verdi” demişti.
Ya Mercedes firması yalan söylüyor
Ya da Ata Aksu…
Bu yalan 9 Haziran’daki mali genel kurulda tartışılmalı.
6 Haziran 2001’de Futbol Federasyonu ile Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü arasındaki ‘protokol tribünü’ krizi büyümeye devam eder. Federasyon Başkanı Haluk Ulusoy, Devlet Bakanı Fikret Ünlü’nün, “Federasyon yetkilileri hakkında savcılığa suç duyurusunda bulunacağım. Bursa’daki Makedonya maçında kuzu kuzu protokol tribününde oturacaklar” şeklindeki açıklamasına aynı sertlikte yanıt verir. Ulusoy, “Bakan bizi mahkemeye verecekmiş. Biz kuralları uyguladık, ülkemizin itibarını koruduk. İsterse DGM’ye versin. Ben seçimle göreve geldim, sadece seçimle giderim. Vicdanım rahat. Yaptığım her işin hesabını veririm” der.
Ulusoy 7 Haziran 2001’de, naklen yayın ihalesini 465 milyon dolar muhammen bedelle kazanan yayıncı kuruluş Digi-Türk’le, “yıl sonuna kadar 750 bin liralık dolar kurunda” anlaştıklarını açıklar. Aynı tarihte Merkez Bankası dolar alış kuru ise 1.163.100.-TL’dır.
Ulusoy, “2002’de oluşacak dolar kurundan da yüzde 20 indirim yaparak anlaştık. Her yıl, bu değerlendirmeyi toplantılarda ele alacağız” der.
Kurlarla Merkez Bankası Başkanı gibi oynayan bir federasyon başkanına kimse çıkıp da, “kardeşim, o halde niye TL olarak ihaleye çıkmıyorsunuz da US$ olarak ihale açıyorsunuz?” diye sormaz, soramaz…
Sorsa da muhtemelen “ben tarafsız ve demokratik bir insanım. Türk Futbolu’nu ben kurtarıyorum. Ne yaparsam haktır, ne yapsam doğrudur” yanıtını alır, otururdu yerine.
Aynı tarihli bir haberde “Protokol Skandalı” nedeniyle büyük tepki alan ve prestij yitiren Ulusoy’dan, ANAP Genel Başkanı ve Başbakan Yardımcısı Mesut Yılmaz’ın da desteğini çektiği yer almaktadır.
Haber şöyledir:
Mesut Yılmaz, kendisini ziyaret edip, Mali Genel Kurul öncesi Ulusoy adına destek isteyen Diyarbakırspor yöneticilerine, “Haluk Ulusoy’a artık kimse destek veremez, yaptıklarına sahip çıkamaz. Buna ben de dahilim” yanıtını verdi.
Daha sonra Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Fikret Ünlü ile görüşen Yılmaz, sonuna kadar Bakan’ın yanında yer alacağını Ünlü’ye söyledi.
Ankara’da yapılacak mali genel kurulda, gündeme “seçim” maddesinin getirilmesi bekleniyor. Seçim önerisi için, genel kurul üye tam sayısının en az beşte birinin imzası gerekiyor. Teklifin kabul edilmesi halinde, seçime gidilecek.
23 Haziran 2001’de Turgay Şeren Protokol Krizi’ni bir kez daha köşesine taşıyordu:
Devlet devletse…
Türkiye – Azerbaycan maçı öncesi Futbol Federasyonumuz büyük bir rezalete alet oldu. Neydi bu rezalet? Şeref Tribünü’nde yıllardır olan bir kargaşa var. Milletvekili çocuğunu alır, zorla kapıdan girer. Devletin belirli yerlerini işgal etmiş olanlar eşlerini alır, arkadaşlarını alır, kapıdaki görevlilere hakaret edip, Şeref Tribünü’nün koltuklarında otururlar. Bunlar doğru. Ancak, tüm bu yanlışları, Haluk’un federasyonu da daha büyük bir yanlış ekleyerek, sözde protesto etmeye kalkıştı. Azerbaycan maçında normal prosedür uygulanır, sonra şeref tribünü yanlışını düzeltmek için her türlü çabayı gösterirsin, bizden de destek alırsın. Ama sen bunu yapmadın.
Sen, Futbol Federasyonu olarak İnönü Stadı’nın neresinde oturursan otur. O seni ilgilendirir. Ama sen, askeri bandoyu Türk Milli Takımı’nı ve Azerbaycan Milli Takımı’nı bulunduğun yeri, Şeref Tribünü ilan ederek, FIFA yetkililerini de ‘‘burası şeref tribünü’’ diye kandırıp oraya götürüp, İstiklal Marşımızı sırtları devlet erkanına dönük söyletemezsin.
Ben, o gün maça İstiklal Marşı başlarken girdim ve şaşırdım. Şeref Tribünü’nün yarısı boştu. 1. Ordu Komutanımız, İstanbul Valimiz, Spordan Sorumlu Devlet Bakanımız, UEFA Asbaşkanımız, Şeref Tribünü’nün ön koltuklarında ayaktaydılar. İstiklal Marşı başlayınca hayretler içinde kaldım. Bu, değil Türkiye’de, dünyada rastlanamayacak bir olaydır. Haluk ve federasyonu, Guinnes’in rekorlar kitabına girmelidir ve 1 numarayı almalıdır.
HAKARET DEVLETE’DİR
Haluk, “Ben, Şeref Tribünü’ndeki uygulamayı protesto ettim. Onun için bunu yaptım” diyor. Ben ve benim gibi düşünenler de diyoruz ki, “Sen devleti protesto edemezsin. Sen, UEFA ve FIFA’dan ne kadar yetki alırsan al, devleti yönetenlere hakaret edemezsin. Hakaret edersen de, eğer devlet devletse -ki dünkü gazetelerde okuduğuma göre devlet devletliğini hatırlamış ve futbol yasasına bir madde ilave edecek- Haluk’un federasyonuna o rezaletin hesabını soracak.”
Bu yapılan hakaret, kişilere gibi gösteriliyor ama düpedüz devlete karşıdır. Şimdi gene gazetelerde okuyorum. Başbakan Yardımcımız Mesut Yılmaz, kulüp yöneticilerine, “Siz, federasyon başkanını yumuşatın. Ben de Spor Bakanı ile konuşacağım. Bu işi tatlıya bağlayalım” demiş. Eğer demişse çok da yanlış yapmış. Sayın Yılmaz, milli takım futbolcularımıza İstiklal Marşımızı o gün şeref tribününde olanlara sırtı dönük söyletmek, oradaki kişilere yapılmış bir suç değildir. Devlete, yani sizin de Başbakan Yardımcısı olduğunuz kuruma karşı işlenmiş bir suçtur ve hakarettir.
Eğer devletimiz devletse, bu suçu cezalandırmalıdır.
24 Haziran 2001’de Devlet Bakanı Fikret Ünlü’nün TBMM’ne yolladığı Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki kanunda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifini başkan Haluk Ulusoy FIFA’ya gönderme kararı alır.
Fikret Ünlü’nün hazırlayıp TBMM’ne yolladığı, “Ulusoy’u görevden alma” kanunu olarak nitelendirilen, Türkiye Futbol Federasyonu Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki kanunda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifini üç gün boyunca federasyon hukukçularıyla İstanbul’da inceleyen Ulusoy, kanun taslağını FIFA’ya gönderme kararı alır.
Ulusoy, taslak TBMM’den geçmeden uluslararası federasyonun ihtar yazısı göndermesini umuyordur.
Bir daha Şeren’e dönelim:
29 Haziran 2001 – Özerklik derebeylik değildir
Futbol Yasası’na eklenecek maddeye FIFA ve UEFA karışamaz
Fikret Ünlü’yü bakanlığından ve milletvekilliğinden önce tanıyorum. Sokaklarda özerklik için yapılan mitinglerin başında koşardı. Ama şimdi derebeylik yapmak isteyenler, özerkliğin anlamını bilmeyenler onu karalamaya çalışıyorlar.
Profesyonel Futbol Yasası’nın en büyük destekçilerinden biriyim. Hatta yıllar önce merhum Turgut Özal’a bu yasanın çıkması için rica eden, hatta yalvaranlardan bir tanesiydim. Birkaç kez anlattım. Ama kalın kafalılar pek anlamak istemiyor.
Turgut Özal, beni, Coşkun Özarı’yı, Can Bartu’yu, Sanlı Sarıalioğlu’nu ve Fethi Heper’i Ankara’ya, Başbakanlık Konutu’na çağırdı. Amacı, Coşkun Özarı’yı atayarak federasyon başkanı yapmaktı. Başta ben, hep beraber Özal’a, “Sayın Başbakanım, Futbol Federasyonu Başkanı seçimle gelsin. Öyle bir yasa çıkarılsın ki, özerk yapıya kavuşsun” dedik.
ÖZAL’IN DEDİĞİ OLURDU
Şöyle bir gözlüklerinin üstünden baktı, zamanın Milli Eğitim ve Spor Bakanı Hasan Celal Güzel’e döndü, “Çocuklar doğru söylüyor” dedi, “Bir ay içinde bana bir yasa taslağı hazırlayın, getirin.” Hasan Celal Bey, şöyle bir direnecek gibi oldu. “Bu taslak hazırlanacak beyefendi” dedi, onu iyice bir payladı.
ANAP iktidardaydı, Özal’ın mecliste büyük bir çoğunluğu vardı. İlk imzayı Özal atmışsa, arkasından tüm ANAP milletvekilleri de imzalamayı bir görev biliyorlardı. Ve yasa çıktı. Daha sonra pekçok olaylar yaşandı. Kongrede kavgalar oldu. Kongre başkanı Ata Aksu, o zaman milletvekiliydi. Gitti, federasyon başkanlığı koltuğuna oturdu. Zira bir kaos yaşanıyordu.
Özal, kendi koruma polisleriyle, onu o koltuktan kaldırttı, yasayı da buzdolabına koydu. Şenes Erzik’i de 4 yıl için Futbol Federasyonu Başkanı yaptı ve bunu da TBMM’ye onaylattı. Sonra, M. Ali Yılmaz bu yasayı geliştirdi ve “Profesyonel Futbol Yasası” çıktı. Yani, profesyonel futbol, özerk oldu.
İSTEDİĞİNİ YAPAMAZSIN
Tabii, özerkliğin bir manası var. Özerklik demek, “Ben seçimle geldim. Ben istediğim her şeyi yaparım” anlamına gelmez. Özerk kuruluşların da denetleyicileri vardır. Nitekim, futbol yasasının bir maddesinde, “Spordan Sorumlu Devlet Bakanı’nın Futbol Federasyonu’nu denetleme yetkisi vardır” der, “Gerekli gördüğü zaman da genel kurulu toplar.”
Haluk Ulusoy’un federasyon başkanlığında pekçok olaylar yaşadık. Kendisinin yönetim kurulu üyesi, Özkan Sümer’in asbaşkan olduğu bir Futbol Federasyonu seçiminde kongreye girmediler. Nedeni; 152 kişinin tamamlanmaması içindi. Nitekim, kongre yapılmadı. Düşünün bir kere, bir önceki Futbol Federasyonu’nun asbaşkanı ve iki yönetim kurulu üyesi, “Seçimler yapılmasın. Bir dahaki genel kurula kendi istediğimiz bir başkanın ve yönetim kurulunun seçilmesi için zaman kazanalım” düşüncesiyle 150 kişiyle alay edildi, devletin milyarları sokağa atıldı.
Bugün Haluk Ulusoy federasyon başkanı, İsmail Dilber yönetim kurulu üyesi, Özkan Sümer Trabzonspor Kulübü Başkanı olduğu güne kadar Haluk’un baş danışmanıydı. Yani istediklerine eriştiler.
Spordan Sorumlu Bakanımız Fikret Ünlü, 3813 numaralı yasayı değiştirmek için büyük bir atılıma girdi. Kulüp başkanlarını genel kurul üyesi yaptı.
Ve 250’ye yakın genel kurul üyesini yarı yarıya indirdi. Bu yasa çıkarken de Haluk Ulusoy, federasyon başkanı olarak büyük tepki gösterdi. Asbaşkanı Ata Aksu ile birlikte çalmadıkları kapı kalmadı. Hatta bir ara Mesut Yılmaz bile olaya müdahale etti.
Bakan’ın yasa taslağı önce Futbol Federasyonu’nun antetli kağıtları ve faks numaraları ile donatılmış binlerce faks, üst komisyon, alt komisyon üyelerine çekildi. Sonradan anlaşıldı ki, değişik isimlerle çekilen bu faksların hepsi Futbol Federasyonu’ndan gönderilmiş. Olay, Ünlü’nün hazırladığı daha çok özerkliğe sahip yasanın çıkarılmaması idi. Zira anlamamışlardı. Daha doğrusu anlayamamışlardı.
KOMİSYONLARDA ENGELLENDİ
Önce üst komisyonda yasa taslağı geçmedi, alt komisyonda ise didik didik oldu. Sonra da TBMM’de pekçok itirazlara rağmen Ünlü’nün yasası gerçekleşti. Oysa, Haluk Ulusoy ve arkadaşlarının anlamadığı bir şey vardı. Bu yasa, onlara daha çok özerklik ve hem de seçilebilme şansını çok daha veriyordu. Nitekim, ilk seçimde 80’e yakın oyu aldı ve başkan seçildi. Kulüp yöneticilerimiz, Haluk’un federasyonuna her istediklerini yaptırdılar. G.Saray, Fenerbahçe, Beşiktaş Kulüp Başkanları büyük bir maddi kriz içinde olduklarından Anadolu kulüplerinin havuzdan daha fazla para almak istemelerine göz yumdular. Ne oldu? Haluk, Anadolu kulüplerinin gözdesi haline geldi. Zira ondan büyük menfaatleri vardı.
Türkiye’de bir Başbakanlık Denetleme Kurulu vardır. Yanlış söylüyorsam beni ikaz edin. Bu kurul, ülkenin en büyük denetleme kurullarından biridir. Haluk’un federasyonunu didik didik inceledi. Pekçok hatalarını buldu. Pekçok yanlış harcama, savurganlık buldu. Buldu, buldu, buldu… Ve dosyayı bütün engellemelere rağmen bakanlığa verdi. Fikret Ünlü de savcılığa gönderdi. Savcılık ne yaptı? Haluk’un federasyonundaki tüm üyeleri, hatta görüp de genel kurullarda bizleri, yani genel kurul üyelerini uyarmadıkları için Futbol Federasyonu’nun Denetleme Kurulu’nu da mahkemeye verdi. Bu mahkeme devam ediyor. Sonucu ne olur bilemem. Söylendiğine göre hakim, bilirkişilere teslim etmiş dosyayı. Şimdi bilirkişilerin raporu bekleniyor.
DEVLET HİÇE SAYILDI
Türkiye – Azerbaycan maçında devlet hiçe sayıldı. 1. Ordu Kumandanı, İstanbul Valisi, devleti temsil eden bakan, UEFA Asbaşkanı, şeref tribününde, bizim Haluk ve arkadaşları kapalı tribünde. Onların önünde ordu bandosu, Azerbaycan ve Türk Milli Takımları, İstiklal Marşı söylenirken sırtları şeref tribününe dönük. Ne oldu, biliyor musunuz? Bu, bana göre devlete karşı yapılmış suça, savcı takipsizlik kararı verdi. Yargıya sonsuz itimadım var. Ama bu savcıyı tanımak isterim ve kendisini kutlamak isterim. Nedeni; devleti hiçe sayan insanların yanında olduğu için.
Şimdi Fikret Ünlü’nün futbol yasasına eklemek istediği bir madde var. Herkes ayağa kalktı. Diyorlar ki: “Bu madde eklenirse, FIFA bizi kovar. Milli maçlarımızı iptal eder. Şampiyonlar Ligi’ne iştirak edemeyiz.” Bilen de yazıyor, bilmeyen de konuşuyor, yazıyor.
FIFA, YASAMIZA KARIŞAMAZ
Ne FIFA, ne UEFA, Türkiye’de çıkacak yasalara burnunu sokamaz. Onlar ne zaman hareketlenir, biliyor musunuz? Bu çıkan yasaların sonucunda işin başındaki devlet bakanı, eğer federasyonu görevden alırsa. O zaman da FIFA ve UEFA, hem devlet bakanını ve yanındakileri çağırır, hem de Futbol Federasyonu’nun yetkililerini karşısına alır, her ikisini de dinler. Kim haklıysa ona göre karar verir. Bunun en yakın örneği Yunanistan’dır.
Şimdi yasaya eklenecek bu maddede hiçbir sorun yok. Mahkemedeyken geçen sürede “görevden alınır” lafı çıkarılmış. Mahkeme, federasyon başkanını ve yanındakileri suçlu bulursa, onları mahkum ederse, o zaman ne FIFA, ne UEFA, ne de bugün Haluk Ulusoy federasyonunu işlerine geliyor diye alkışlayanlar, arkasında devlet gücüyle duranlar hiçbir şey yapamaz.
Özerklik demek, derebeylik demek değildir. Biraz daha araştırarak, biraz da işin derinlerine inerek, tetkik edip, ona göre konuşmak, ona göre yorum yapmak gerekir.
Fikret Ünlü göreve geldiğinden beri Türk sporuna çok şeyler verdi. Bakanlığından ve milletvekilliğinden önce tanıyor ve hatırlıyorum. Sokaklarda özerklik için yapılan mitinglerin başında koşardı. Ama şimdi derebeylik yapmak isteyenlerin bu tabii işine gelmiyor.
29 Haziran 2001 tarihinden ilginç bir haber: Engelleme taktiği
TBMM Milli Eğitim, Gençlik ve Spor Komisyonu’nun dün 3813 sayılı kanunun 37. maddesinde değişiklik gerçekleştirmek üzere yapması gereken toplantı, ‘‘toplantı yeter sayısı olan 9 kişinin gelmemesi üzerine’’ ertelenirken, Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Fikret Ünlü, Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy’la ilgili şok açıklamalarda bulundu. DSP’li üyelerle MHP’li komisyon başkanı Abdurrahman Küçük ve üye İbrahim Halil Oral’ın katıldığı toplantıya, ANAP, DYP ve MHP’li 4 üye katılmadı. Komisyon ön toplantısı sırasında Siirt Jetpa Başkanı Takiddin Yarayan ile Erzurumspor Başkanı Cemal Polat’ın ağabeyi Cezmi Polat ve ANAP Kocaeli Milletvekili Sefer Ekşi diğer üyelerin toplantıya girişini engelledi.
Ertelenen toplantı sonrası açıklama yapan komisyon başkanı Abdurrahman Küçük, ‘‘Toplantı yeter sayısına ulaşamadık’’ dedi. Bakan Ünlü ise milletvekillerinin özgür iradelerine saygı duyduğunu açıkladı.
Yasanın çıkmasına karşı olan gruptan Takiddin Yarayan ise, yasa değişikliğinin keyfiliği de beraberinde getireceğini vurgulayarak, ‘‘Fevkalade yanlış, mantığı olmayan bir yasa. Bu değişiklik çıksa bile, Anayasa Mahkemesi’nden döner’’ iddiasında bulundu.
TBMM’de dün bu gelişmeler yaşanırken, Spordan Sorumlu Devlet Bakanı Fikret Ünlü, Futbol Federasyonu Başkanı Haluk Ulusoy ile ilgili şok açıklamalar yaptı. Ünlü, kulüp başkanlarının kendisine şikayette bulundukları Ulusoy’un yanında biraraya gelip, saf değiştirdiklerini iddia etti.
Ünlü, TBMM’de yaptığı açıklamada, “Bana gelip, Haluk Ulusoy’u ve federasyon yönetimini şikayet eden kulüp başkanları var. (Bizi bundan kurtar) diye şikayet edenler, (Altay Başkanı Nafiz Zorlu, federasyon ve Ulusoy aleyhine konuşmaya başladığında, takımı 7. sıradaydı. Sonra birden düşüşe geçip, aşağılara indi ve küme düştü. Zorlu’nun konuşmasının faturasını Altay ödedi) diye yakınanlar var. Federasyonun keyfiliğinden şikayet ediyorlar. Ancak, bu arkadaşlar biraraya gelince her şey değişiyor. O yakınan, yaka silken tepkili insanlar, birden Ulusoy taraftarı olup çıkıyor. Ancak her şey bitmedi; Federasyonun keyfi tutumunu, elindeki gücü kötü kullanmasına FİFA ve UEFA kurallarını da unutmayarak izin vermeyeceğiz” dedi.
Ünlü’nün “kulüp başkanlarının kendisine şikayette bulundukları Ulusoy’un yanında biraraya gelip, saf değiştirdiklerini iddia etmesi” sizlere günümüzle ilgili bir çağrışım yapmıyor mu? Tesadüf mü dersiniz?